Bir yüzyılı bitirip yeni yüzyıla tanıklar olarak bakmak hem geçen zamanı hafızamızda damıtmak hem de geleceğin İnşasına katkıda bulunmak ya da şahitler olarak uğraş yermek demektir. Geçen yüzyıl ideolojiler ve saplantılar çöplüğü olarak tarihe havale edildi. Özellikle Avrupa merkezli barbarlık, İki dünya savaşıyla, İnsanlığa armağan ettiği kavramlarıyla öne çıktı. Dünya tarihinde görülmedik yıkımlarla karşı karşıya kalan İnsanlık, kendisi üzerinden üretilen birçok tanıma da şahitlik etti; ‘İnsanlığa karşı İşlenen suçlar / demir perde / toplama kampları / gaz odaları / köle ticareti / soykırım (genocide) / bu tanımlamalardan birkaçı. Yaşlandıkça huysuzlaşan huysuzlandıkça da saldırganlaşan bir kıta olarak Avrupa, 21. yüzyılı siyasal ve sosyal açıdan tam bir obezite halinde yaşamaya gayret etmektedir. Bugün batılı terminolojinin İnsanlığa sunacağı hiçbir esas bulunmamaktadır. Yirminci yüzyılın sonunda kendini Bosna’da açık ve net olarak İfşa eden Baldı kafanın özgürlük, adalet, İnsan hakları vs gibi makyajdan öte gitmeyen söylemleri artık eskimiş ve pörsümüş bünyesini gizleyecek işleve sahip değildir. Geçen yüzyılda albenili ambalajlar İçinde özellikle üçüncü dünya diye niteledikleri ülkelere pazarlanan modern ulus devlet adındaki hastalıklı mekanizmanın yan tesiri olarak ortaya çıkan mikro milliyetçi söylemler bulaştığı her yere ihtiras ve fetişizm tohumları serpiştirmektedir. Kendilerini Avrupa Birliği yapılanmasıyla koruma altına almaya çalışanların neden dünyanın diğer bölgelerindeki toplumlar üzerinde ırk ayracı kullanmayı politika haline getirdikleri üzerinde düşünmemiz gerekmektedir. Tahakküm ve denetimi kolaylaştırıcı bir siyasal argüman olarak milliyetçiliğin Avrupa da esamesi okunmazken özellikle tarihsel derinliğinde ümmet yani birlik olan Müslüman topraklarda sürekli biçimde parlatılmaya çalışılmasının ardındaki niyete bakmak gerek. Ülkemiz bazında bu durum öyle bir travma oluşturuyor ki kendini emperyalizm karşıtı olarak konumlandıran sol söylem bile bu yeni dizayn mikro milliyetçi (ya da ulusalcı) pazarda oyuncaklardan biri haline geliyor, niteliğini ve ufkunu yitirebiliyor. Modern paradigma kendini hümanist- İnsan merkezli ya da İnsan sevici olarak propaganda etse de İnsanı derdest edici bireyleştirici dahası beşer haline getirici her tür mekanizma yine bu paradigma eliyle üretiliyor. Makine dişillerine indirgenen bir uygarlık dayatması içerisinde insan yalnızca tamamlayıcı bir unsur olarak İş görebiliyor. Bu İnsan türü elbette ki bütün varlıkların en şereflisi ‘insan’ özelliğini taşımıyor. Bir beşer olarak kullanılabilir, üstünde oynanabilir ve zamanı geldiğinde atılabilir bir meta olarak görülüyor. Batının yüzyıllık talan operasyonu ve yağmasının sonucu olarak oluşan güç ve servetin mahir hırsızlar yordamıyla rantabl bir sisteme dönüştürülmesinin diğer bir adı olan kapitalizm, bugün kendi çocuklarını yani modern ulus devletleri ezmekle tehdit ediyor. Organize ettiği para hareketleriyle kendilerini batılı değerlerin havarisi olarak gören devletler başta olmak üzere tüm dünyayı zapt u rapt altında tutmaya çalışan bu küresel tefecilik, devlet, şuur, sistem tanımadan toplumların geleceklerine ipotek koyabiliyor. Böylesi çok yönlü ve çok amaçlı bir tehdide karşı yine batının ürettiği klişelere sığınarak yöntem belirlemeye çalışmak, sorumluluktan kaçmak, çözümü düşmana havale etmekle demektir.

       Beşerî insanlaştırmanın, İnsanı ise şerefli kılmanın adı olarak yükseltebileceğimiz tek değer ‘tevhid’ inancıdır. Yeryüzünde mutedil kısan duruşunu adalet, özgürlük ve erdemli bir toplum yürüyüşüyle harmanlamayı öngören ‘tevhid’ yani beşere şahsiyet kazandırarak onu insanlaştıran anlam dünyası. Bizler ne zaman ki bu söz üzerine hayatı yeniden onarmaya başlarsak, o zaman hayat bizimle birlikte yürüyüşe geçecektir.

Mesel:
“Birisi geldi; sevgilinin kapısını çaldı, sevgilisi, kimsin a güvenilir er, dedi. Adam, benim’ deyince, git dedi; şimdi çağı değil, böylesine sofrada ham kişinin yeri yok. Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir, ikiyüzlülükten ne kurtarabilir? O yoksul gitti; tam bir yıl yollara düştü, sevgilinin ayrılığıyla kıvılcımlar saçarak cayır cayır yandı.
O yanmış-yakılmış kişi pişti; olgunlaştı.
Beri geldi, gene sevgilinin evinin çevresine düştü.
Yüzlerce korkuyla, yüzlerce defa edebi gözeterek kapının halkasını çaldı; ağzından edebe aykırı bir söz çıkacak diye de korkup duruyordu.
Sevgilisi, kapıdaki kim? Diye bağırdı.
Adam, a gönüller alan, dedi, kapıdaki ’sensin1.
Sevgilisi, madem ki ben’sin, gel içeriye gir, dedi.
Ev dar, iki kişi sığmıyor.”

Mesnevi’de

Önceki İçerikMedeniyet Çöküşü
Sonraki İçerikBuradayız…