“Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet bahşet ve içinde bulunduğumuz şartlar ne olursa olsun bizi doğruluk bilinciyle donat!” (18/10)

  Tarihin çöplüğüne bakıldığında ister bireysel (krallık gibi), ister grupsal-oligarşik (Mekke Aristokratlığı gibi) olsun histelerini cebri veya ideolojik kılıflara büründürerek dayatma yoluna gidenlerin sonu hüsran öyküleri ile doludur. Eskilerin mesellerinden bir bölümü kutsal kitaplarda anlatılmaktadır. Bunların biride “Mağara Arkadaşları” veya kitabi tabirle Ashab-ı Kehf’in öyküsüdür. Bir grup gencin zamanın despot yönetimine karşı ortaya koydukları mücadeleyi anlatır. Onlar, özgürlük ve adalet çizgisinin kendi zamanlarına denk gelen izdüşümleridir yalnızca. Tarihin atardamarı ve kopmaz, koparılamaz bağı, İnsanoğlunun karşısına hep aynı mesajı iletmek amacıyla çıktı; Yüreğinizi ve aklınızı yalnızca İlahi adaletin sonsuz iklimine verin! Yazık ki, yüreklerini karartıp akletmeyen, gözlerini sinsice kısıp görmek istemeyen, kulaklarını inatla kapatıp duymayan; kutsal çağrının hikmetinden uzak yığınlar “Suyun üstündeki çöpten farksızdı” Kitabi deyimiyle. Sonunda elebaşlarıyla sürüklenip tarihin karanlık dehlizlerinde yerlerini aldılar.

  Mağara arkadaşları, ihtiraslarına kulluğu inançlarına temel edinmiş ve bunun istibdat vasıtasıyla sürdürmeye çalışan, yönetenden yönetilene; hiç kimseden karşılık göremeyince şehirlerini terk edip bir sığınağa kapandılar. Asırlarca sürecek olan uykularına yatmadan önce yapmış oldukları duayı azığımıza katıyoruz. Yüzlerce yıl geçti ve tarih onlara şahitlik yapmaya devam ediyor. Ya kimlerdi Ashab-ı Keyften yüz çeviren şaşkınlar güruhu? Var mı hatırlayan?

  Ülkemiz bahara uyanıyor. Hayatın damarlarına bitimsiz sevda yürüyor. Damla damar yüreğimizde şafağı besliyoruz umutla, sabırla ve sessizce. Belki bu sessizliktir ki çılgına çeviriyor hesabını geometrik beyinlerle yapanları. Çünkü yüzünü her rengin ve yönün ufkuna dönebilenler bilir; nasıl patlar tomurcuk, nasıl çiçek bahçesine döner toprakları ülkenin.

  Ülkemiz bahara uyanıyor ve baharla gelen, sentetik hayata iman edenlerin gırtlağına dayanıyor. Düşen her yağmur tanesinin çıldırmış bir uygarlığın kıyısında gezinenlere rahmetten ve merhametten yana söyleyecekleri var. Çünkü söz kalemin ucundan çıkmaya görsün solgun vadilere doğru, çoğalarak coşar da önünde puslu ne varsa aydınlığa kavuşturur. O an görmeli karanlığın nimetlerinden beslenenlerin telaşını, öyle bir sistem düşünün ki; milyonlarca insa-nın mutsuzluğu ve umutsuzluğunu bir avuç doymak bilmez kapitalistten yana ranta dönüştürmeyi amaç edinmiş olsun. Veya halkının yarısından fazlası açlık ve fakirlik sınırında dolaşırken ideolojisini kutsayan yandaşlarına elde ettiği gelirin önemli bir bölümünü umursamadan aktarabilsin. Basın-Yayın organların-daki köşe yazarları, piyasadaki aydınları, üniversite-deki bilim adamlarının kuyruk sallamak ve çanak yalamaktan başka becerisi kalmasın. Doğusunda oluk oluk fidan gibi gençlerinin kanı akarken, batısında oluk oluk şampanyaların patlatılarak utanılası işret alemlerinde savaş lordlarının kendisinden geçtikleri.

   Düşününki bunca soysuzluk, düzenbazlık, eşkıyalık ve karanlık hep bir ağızdan bir yıl boyunca kulakları tırmalarcasına bağırsın; “Laiklik elden gidiyor!”
Düşünün bahara olan tutkumuzun anlamını!

Saygıdeğer Okur!
“Iyiler”in yolunda, her güzel düşünüşe gönül açarak, tek doğru bellediğimiz “özgür, adaletli ve erdem”in kuşattığı bir yaşam süreci için uzattığımız el karşılıksız kalmadı. Teşekkür ederiz. Tarihin akışı göstermektedir ki Dünya bitimsiz bir sevgi sağanağına gebedir. İçinde bulunduğumuz halkların üzerinden nice despotlar, zalimler geldi ve geçti. Ama ümmet dimdik ayakta ve yürüyüşüne devam ediyor!

“De ki değişmeyen gerçek geldi, sahte ve tutarsız olan yıkılıp gitti; zaten sahte ve tutarsız olan er geç yıkılıp gitmek zorundadır!” (17/81)

Önceki İçerikSeyir Defteri: Söz 4
Sonraki İçerikSeyir Defteri: Söz 2