Bünyesinde sağlıklı bir dönüşümü beceremeyenler kendilerini düşmana karşı konumlandırma mantığı ile oluşturduğu stratejiler vasıtasıyla ayakta kalmaya çalışmaktadır. Bu üçüncü dünyaya ait tipik diktatoryal reflekstir. Toplumun çeşitliliği ve renkliliği içerisinde süregelen doğal yaşam tarzlarına/düşünüş biçimlerine yapılan müdahaleler kaos ortamı akbabalarının çıkarlarına uygun düşmektedir. Halkın bir bölümünü tehdit değerlendirmesi içerisinde tutarak “topyekûn savaş’tan söz etmek, siyasi ve iktisadi ikballeri tehlike olduğu varsayılan küçük bir azınlığı korumaya yönelik manevralardır. Demokratik olarak ortaya konulan değerler, ancak bu elitlere hizmet ettiği sürece sürdürülebilir ve ayakta kalabilir yoksa “rejimin korunası ve kollanması” perdesi altında katledilebilir. Bugün olan budur ve halkın ses verdiği her dönemde de böyle olmuştur. Toplumun yönelişine karşı “Yeniden kurtuluş savaşından söz edilmesi ister istemez ’60 darbesinde Cemal Gürsel’in demokrat partilileri kastederek “bu gericileri bir adada toplayıp yok etmek” veya ’80 darbesinde Kenan Evren’in “asmayalım da besleyelim mi” mantığını hatırlatmaktadır.

    Ülkemizde gençlik denince “kandırılan kesim veya kandırılmaya uygun kesim” akla gelir ulu devlet katında. Dayatılan resmî ideolojinin harici hangi siyasal eğilim olursa olsun, gençliğin “aklını çelmeyi” başarabilmiş, ancak ne hikmettir ki sadece ve yalnızca” sistem” bir türlü inandırıcı bulunamamıştır. Elinin altındaki tüm eğitim, öğretim ve iletişim imkanlarına rağmen istenilen “usulüne uygun” sağmal gençliği yaratamayanlar her fırsatta kaba ve ilkel yöntemleri uygulaya gelmişlerdir. Siyasal geleceklerine, meydana gelecek kaotik ortamları basamak olarak kullanmayı alışkanlık haline getirmiş oligarşik zümreler, bugün dini sembollere yaptıkları saldırılar ile Müslümanları ajite etmeye çalışıyorlar. Son iki yıldır oluşturulan yapay gündemler ve bu gündemlerin üzerine bina edilen senaryoların gerçeklik kazanamaması, hedef kitlenin basireti ile mümkün oldu. İnançlı kesim, yaşam alanlarını daraltmaya çalışan kumpasa karşı sabırlı bir metaneti sürdürüyor. Şunu açıkça belirtmek gerekir ki her türlü şiddet, oyuna getirilmenin diğer adı olacaktır. İlkeli ve seviyeli bir duruş, özgürlük ve adalet ısrarı, kuzu postundakilerin gerçek yüzünü ortaya çıkarmaktadır.

    Bugün bilim yuvasından zulüm arenasına dönüştürülen üniversitelerdeki uygulamaların taşeronu ise, oniki eylül askeri rejiminin komutuyla vücut bulan Y.Ö.K dur. Postal parlatmanın binbir çeşit yönteminden başka hiçbir bilimsel çalışma ortaya koyamayan bu kurum, son yayınlandığı yönetmelik ile kişiliğini bir kez daha ortaya koydu, öğretim üyelerine ’SS” kimliği biçen, kampüsleri “Nazi toplama kampı’na çeviren böylesi vahşi uygulamalar, özgürlük alanlarına at gözlüğü ile bakmanı “faşizancası” nasıl olur, gösterdi. Bir metrelik bez parçası diye alaya alınan “başörtüsü” koskoca profesör(!)lere histeri nöbetleri geçirtebiliyor. Laik bilimin devasa çağdaş şatolarında ucuz unvanların cüppeli derebeylerinin yüreğinden başka silahı olmayan gençlere karşı estirdiği terör ibretle” seyrediliyor. Geleceğin sahibi olan gençlik hafızasının bir kenarına tüm bu yapılanları kalın bir çizgiyle işaretleyerek not-etmeli.

Saygıdeğer Okur!
Geçen sayımıza göstermiş oldurunuz ilgi bizlerin güzel bir yol üzere olduğunun işaretiydi. Bu sayıyla birlikte olabildiğince telif yazılara ağırlık vermeye çalıştık. Şunu da belirtmek gerekir ki zamanında çıkamamak gibi bir sorunumuz var. Sebebi ise yazıların elimize gereken hızda ulaşamaması ve daha kaliteli ürün için bekleyiş… Hal böyle olunca gecikmeler de doğal okuyor. Çağrımızı yineliyoruz, düşüncelerinizi ve katkılarınızı iletişim araçları ile bize iletin. Açık ve özgür bir platform olma amacımıza sizler de katılın. Ve gülümsemeye devam edin.

Önceki İçerikSeyir Defteri: Söz 7
Sonraki İçerikSeyir Defteri: Söz 5