Siyasal ve iktisadi araçları ellerinde bulunduran da bir çevrenin yıllar boyu edinegeldikleri alışkanlıklarını ne pahasına olursa olsun sürdürme inadıyla karşı karşıya bugün ülkemiz. Baskı ve cebr ile üretilen yapay cennetlerinde müreffeh ve hesapsız bir hayat sürmeye alışmış bu elitist zümre, yaşadığımız topraklan cehenneme çevirme pahasına toplumun ana karakterini oluşturan her türlü değeri tahrip etmeye yeltenebilmektedir. Gücün pervasız mantığı şiddete ve ayrışmaya dönük bir süreci hayata dayatmaktadır: Korkuların egemenliğinde dezenfekte edilmiş bir halk, üniform bir eğitim ve esas duruşta hukuki ortam..

  Total eğilimlerle vücut bulmaya çalışan bir yönetim mekanizması her şeyden önce kendisini tanrısal bir güç olarak konumlandırmış demektir.

    Her ne kadar anayasal metinlerde eşitlik, özgürlük, adalet gibi olgulara vurgu yapılsa da gerçekte sistemin tanrısal özüyle çelişen ne varsa hain, bozguncu yahut günahkârdır. Bu topraklarda yaşayanlar her zaman bu çelişkiye tanık olmak zorunda kalmışlardır. Bir türlü günahkâr olduğunu kabul edip günah çıkarmaya yanaşmayan toplum yani “ötekiler”, cezalandırılmaya veya cehennemi bir yaşama müstahak olarak görülmüştür. Bu anlamda “merkez” ile aynı tanrısal-ideolojik rengi taşımayan grupların yine merkezin belirlediği kamusal alana yönelmeleri, sistem tarafından “şirk-ortak olmayı isteme” kabul edilir ve şiddetle reddedilir. Bugün olan da budur. Eğer birileri örneğin üniversiteden öğrenci veya öğretim üyesi olarak uzaklaştırılıyor, devlet memurluğundan atılıyor, dahası ekonomik alanları sınırlandırılıyorsa, kendine tanrısal güç nispet edenlerin “aforoz” mekanizmalarının çalışıyor olmasındandır. Böyle olunca çıkarılan kanunlar mevcut kutsal yapıyı yani devleti günahkâr-mücrim vatandaşlardan korumak için çıkarılmış dinsel metinlerden başka bir işlev görmeyecektir doğal olarak. Kendi düşünce alanını muhafaza ederek “ulu azınlığın” yaşam normlarına nüfuz etmeye yönelik her girişim elbette ki şiddetli tepkilere muhatap olacaktır. Mevcut teokratik-otoriter yapı her dönem değişik renklerde tehditler üreterek meşruiyetini sürdüre gelmiştir. Kızıl, sarı, yeşil, vesaire. Gelir dağılımındaki dengesizlik, toplumu kuşatan kültürel şizofreni, medyanın derinleştirdiği bayağılaşma, varoşlardaki kimliksizliğin büyüttüğü öfke neyin işareti? Kimsenin umurunda değil.

Saygıdeğer Okur!
Yaşadığımız günler nefretin ve komplonun her türlü medyatik silah kullanılarak azgınlığı, genel geçer kıldığı günler olarak görülmektedir. Köşe başlarını ve ekranları ele geçirmiş sayılı ve azılı kirli yüzler patronlarının ülkeyi talan edişlerini perdelemek gayretkeşliği ile kin tüccarlığına soyunmuşlardır. Sizler, yüreği ile akledenler, sonsuz bir sevdaya adanmış ‘ar: şiddete ve baskıya boyun eğmemenin sessiz ve derin onuruna sahip olmamız gerekir. Kuşatılmışlığı kırmanın özgür ve en emin yolu sivil ve dingin bir itaatsizliktir. Öyleyse özgürlük ve adalet çizgisine sahip çıkın. İşte bu çizginin günlük dili; Yeni Şafak, Akit, Zaman, Gündüz, Sağduyu, Yeni Dönem gazeteleri. Heme” şimdi* Yüreğimizin yanında bir gazete. Küçücük bir adım… Karşınızda pervasızca duran devasa silüet, örümcek ağından t aşka bir şey değildir. Vesselam.

Önceki İçerikSeyir Defteri: Söz 9
Sonraki İçerikSeyir Defteri: Söz 7