RÖPORTAJ |
Adem ÖZBAY & Bünyamin YILDIZ

Sizin yol nereye çıkıyor ahiler?

Yolumuzun nereye çıktığı kadar, nereden geldiğimiz önemli. Başlarken demiştik ki; “Yüreğimizden sevda katarları geçer ve biz geceye bakarak umutsuzluğa düşmeyiz!” Bir proje ve prodüksiyon üzerinde yürümüyoruz. Haydi dedik yürüyelim, türkü söyleyelim ve dost yüreklerde konaklayalım. Nereden mi geliyoruz, aslında hiçbir yerden. Nereye mi gidiyoruz, aslında hiçbir yere… Biz buradayız ve olduğumuz gibiyiz. Yetmez mi?

Yol azığınız neler, heybede neler var?

Bu ülkede azık edinecek kadar bir bekleme süresi olmadı. Her şey öylesine hızlı gelişiyor ki, bir süreçten diğerine savrulurken durup yaptığımızı test etme süremiz oldukça kısıtlı. Teoriler üretmiyoruz. Heybemizde “Dostlarımızın tebessümleri, gözyaşı kuleleri, ekini ve nesli mahvetmeye iman edenlere karşı biriktirdiğimiz öfke” var. Hırçın oluşumuz bundandır. Hiçbir takıntımızın olmayışı kimseye eyvallahımızın olmamasından. Heybemizde okuyanlarımızın yürek titreşimlerini taşıyoruz ve bu titreşimler güzel bir armoniye dönüştüğünde, doğal süreç kendine yeni ve daha güzel alanlar açacak. Umut var ya tam da bizim ekmeğimiz. Yapıp ettiklerimizden sonra beklediğimizdir. Bu yolculukta sanki uçak yerine deveyi, tren yerine beygiri kullanıyorsunuz gibi bir his var içimizde? Acep yanılıyor muyuz? Hayır hayır! Yalınayak yürümeyi seçtik biz. “Yüreğimden başka muska taşımadan” diyor ya şair. Verili dünyanın anlamayacağı ve algılayamayacağı bir dili konuşmaya ya da seslendirmeye çalışıyoruz. Ne kadar bu dille konuşur ve olan biteni anlamlandırırsak, o kadar duruşumuzu koruyabiliriz. Kim anlar toprağın derdinden, dikenin ve gülün? Kimdir gökyüzü sonsuzluğunu ciğerlerine kadar çeken? Yürüdükçe bileceğiz. Anadolu’da bir patikayı metropollerde bir caddeye tercih ediyorsunuz? Yoksa şehir sizi açmıyor mu? 10.köyü yakmak cesaretini şehre olan hıncınızdan mı alıyorsunuz? Metropol istedi diye neler yapmadı ki bu toprağın çocukları. Yemen türküsü içtenliğiyle cepheden cepheye koştu. Şimdi üstünde doğrulduğumuz toprağın sesine kulak veriyoruz. Metropo ediğiniz kirli kocaman çöplük. Oysa küçük ve duru bir akarsu sevdası bizimkisi. Hayatın damarlarına çarpa çarpa büyüyen bir akarsu. Bir şehir özlemek gerekmiyor çünkü içimizde medine süreğidir yeşeren. 10. köyü yakmanın ne anlam ifade ettiğini söyledik zaten; “kovulup dokuz köyden / sana asla Taif olmayacak onuncuya itilmişsen/ aşka ihanet etmeyen Neron’un hatırına/ onuncuyu yak gitsin!” Metropol kaos, kargaşa, paranoya ve ihanet yüklüyse (ki bizce öyledir) biz bundan uzağız.

Samsun’dan edebiyatta yeni bir kurtuluş savaşını başlatma fikriniz var mı?

“Yenilgi’de bastırılamayan bir isyan seziyoruz zira. Yolcu için Bandırma mı diye sorsak ne cevap alırız?

Hiç bir şey için hiçbir fikrimiz yok. Sözü damarlarından tutup fırlattık insanların kalbine. Karşılığı ne mi oldu? İçimize düşen cemreyle binlerce sevdaya tutulduk. Evet bu iyi bir başlangıç, taze ve güzel. YENİLGİ (yazıldığı gibi okunur) sayfası aslında dergiden bağımsız bir sayfa olarak tasarlandı. İleride sayfa sayısı artırılacak inşallah. Bunu zaman gösterir. Biz dağ başında bir ateş yaktık. Her yandan ve yönden görülsün. Herkes görsün. Sevmek bir çok şeyi göze almaktır deniyor ya, biz bu ülkenin sevdalısıyız ve bu yorgun ülkenin vebalini taşıdığımıza inanıyoruz. Ama kimseyi kurtarmak, kimseye yol göstermek ya da yola getirmek niyetinde de değiliz. Yaşadığımız toplumsal cinnete kaygısız kalmayı düşünmüyoruz ve ne söylenecekse en yüksek perdeden söylemeye devam edeceğiz. Şunu da belirtelim ki değil Samsun, Türkiye Yolcu tarzında bir dergiyle ilk defa karşılaşıyor. Bazı metropol ukalaları Yolcu’nun dergi olmadığını, edebiyatla ilgisinin bulunmadığını falan söylüyorlar. Ne diyelim Bandırma Vapuru değiliz ama Nuh’un Gemisi’nde her tip ve cinsle muhatap olan küçük bir adem topluluğu olduğumuz söylenebilir. Bir yargıda bulunacaksa bunu edebiyat şatolarına kurulup ahkam kesenler değil ses verdiğimiz insanlar yapacak.

Her sayı üfleyerek alevlendirdiğiniz bu közler size; iç dünyanızda dinginlik sunmaya başladığında yolun sonu gözüküyor olacak mı?

Yolun sonu! Her son bir başlangıç ifade ediyor oysa. Biz her dem yeni ve taze başlangıçlara talibiz. İç dünyamız başından beri dingindi. Tıpkı kaybetmekten başka şeyi olmayan ” Son Mohikan” gibi. İçimizde taşıdığımız kor bu toprakların asaletine geri dönmesi için harlanıyor. Nefesimiz yettiğince azığımız elverdiğince bu közü taşıyacağız. Bu anlamda yolun sonu nedir, nasıl olur, yol biter dağlara mı vururuz kendimizi kestirmek zor. Çünkü herhangi bir düzlemimiz yok ve menzilimiz çizilmiş değil. Ama bir ilke var edindiğimiz, evrensel, ilahi ve doğal bir ilke; ” Özgürlük, adalet ve erdemli bir toplum yürüyüşü”ne mütevazı bir katkımız olacaksa elbette biz varız. Şunu vurgulamak gerekiyor ki hiçbir hesap üzerine de hareket etmiyoruz.

Siz kervan mı yoksa kervancı başı olmayı yeğlersiniz?

Henüz bir kervan oluşmuş değil. Hele bir oluşsun. Bizim için fark etmez. Taşıyabileceğimiz yük nerede durduğumuzun da resmi olacaktır. Bizimkisi özgür ve sıra dışı bir çağrı sadece. Küçük ve anlamlı gördüğümüz bir işaret çaktık bu ülkeye. Aldığımız karşılık ümit var olmamız gerektiğini gösteriyor. Yüksek perdeden iddialarla ortaya çıkmadık ki. Kimseyi de peşimize takma niyetinde değiliz. Gelin yanı başımızda durun dedik. Ne yapılacaksa birlikte yapalım. Kimseye rezervimiz yok.

Çöl yolculuğunda ilerlediğinizi farz etsek, ‘serap’ gördüğünüz oluyor mu?

Çöle vurmuşsanız kendinizi, serap çölün armağanıdır zaten. Son tahlilde bir serüven hali bizimki. Serap, düşlerimizle yaptığımız yolculuktaki yanılsamalar… Bazen öylesine katı, ruhsuz gerçeklerle karşılaşıyorsunuz ki düşlerinizle oluşturduğunuz küçük evrene sığınmak ruhunuzu serinletiyor.

Bunu “cilalı imaj devri” nin sahte ve sanal duyuşuyla karıştırmamak gerek. Ne kadar ağırlık aşıyabileceğimizin farkındayız. Ne zaman konuşup ne zaman suskun kalacağımızın da.

Deniz yolculuğunda ilerlediğinizi farz etsek, kara mı, su mu, ateş mi, demir mi, yoksa aşk görünce demir atacaksınız?

Aşk her şeye galiptir denir ya. Aşk illerine varıncaya dek ihtiyacımız olan şeyler kara, su, ateş, demir… Yüreklere doğru yolculuğa çıkmışsanız ebetteki konaklamayı umduğunuz kutsal olgu aşktır. Modern aklın çizdiği fasit dairenin ürettiği sentetik idollerin dönüştüremeyeceği ve değiştiremeyeceği tek şeydir aşk. Sevda yaşayarak elde edebileceğiniz bir durum. Ama kara, su, ateş ya da demir tüm albenisiyle imtihan alanları olarak önümüzde yükseliyor. Çoğu kez araç kılınan şeyler amaç haline dönüşebiliyor. Bu çukura düşmemek gerekir.

Haramiler yolunuzu kesince kuşağınızda ne bulacaklar?

Onlara sıcak ve içten bir tebessüm yeter. Bakın hala gülümsüyoruz. Çünkü biliyoruz ki gülümsemeye devam ettiğimiz müddetçe hayat bizden yana akacak. Bu ülkede uzun süredir insanlarımızın kalplerini göçertmeye yönelik sinsi ve psikolojik bir komplo yürürlükte. Haramiler ocağında yanmayı, tütsü olup sonsuzluğa uzanmayı göze alabilendir yarının dünyasını inşa edecek olan. Yola çıktığımızda haramiler yolları tutmuştu zaten. Dahası fazla da taktığımız söylenemez harami komplolarını. Herkes kendi rolünü oynar son tahlil de ya da ürüyen ürür, Yolcu yürür dostlar.

Yol, yolcu ve yolculuk. Peki ya okur?

Okur diye kategorik bir ayrımımız yok. Okur bizim ne arkamızdadır ne de önümüzde. Yanı başımızda sıcak bir nefes. Esenlik veren bizden biridir Ö. Bunun için gelen yüzlerce mektuba baktığımızda kendimizi bir kez daha okuyoruz. Test ediyoruz. Düşünebiliyor musunuz çeşit çeşit çiçek yapıştırılmış mektuplar bunlar. Hele ki cezaevlerinden gelenler. İçimizi göçertiyor. Koğuş toptan ailemiz gibi. Adamlar el emeği göz nuruyla dergimize yaptıkları el işi hediyeleri gönderiyorlar. Hemen hemen hiçbirinde resmi bir dil yok. Abi kardeş vs! İşte böyle. Derginin hayatlarına kattığı ince ve derin bir sıcaklık. Böyle olunca yol, yolcu, yolculuk ve okur bir bütünün parçaları gibi hareket eden kozmos. Şu an üç bin civarında, Türkiye şartlarında hiç de azımsanmayacak bir satışımız var. Ve bazı sayılarımızı ikinci baskı yapmak zorunda kaldık. Okurumuz şunu bildi ki; evet Yolcu ekibi riyasız hesapsız ve önyargısız olarak bir şeyler söylüyor tam da yüreğimden geçenleri.

Bunlar hoş şeyler.

Not : Ferhat Kalender’le yapılan bu söyleşi 04.07.2001 tarihli M. Gazete’ de Adem özbay ve Bünyamin Yıldız imzasıyla yayınlanmıştı

Önceki İçerikHAKAN ALBAYRAK | AYAKÜSTÜ
Sonraki İçerikBURHANETTİN TATAR