Yüreklerimizden sevda katarları geçer ve biz geceye bakarak umutsuzluğa düşmeyiz. İyi insanların iyi binitlerle gözden kaybolduğu puslu bir dünyanın ortasında bulunuverdiğimizde, kendimizi yapayalnız hissetmiştik. Öylesine yetim. Öylesine mahzun.

Ama bilinir ki Allah günlerini üzerimizde döndürüp dolaştırıyor. Ve yine bilinir ki gece yalnızca bir arınmadan ibarettir. Şimdi arınma zamanı. Öylesine ki yarına adımlarımızı sağlamca basarak çıkacağız yola. Heybemizde dostlarımızın tebessümleri, gözyaşı kuleleri, ekini ve nesli mahvetmeye iman edenlere karşı biriktirdiğimiz öfke haleleri var. Duruşumuza her daim yerli bir anlam kazandırdığımız ülke çocukları olarak şunu iyice belledik ki üstümüzde gezinen ihanet sarkacı, bağlandığımız değerlere karşı sonu gelmez bir kini rehber edindi. En sahici umutlarımıza dadanan, toplumun tarihten gelen duruşunu ve yöneldiği kutsalı kendine tehdit unsuru gören ve elinde bulundurduğu güçle, tüm ahlaki ve insani değerlerden arındırılmış güçle, denetim ve olmazsa yok etme mekanizmaları kuran bir kumpas önümüzde yükseliyor. Ve Allah elbette müstakimdir!

Türkiye de kendini merkezle konumlandırmış odaklar, etki gücü geçmişte kalmış bir ideolojik tonu geniş kitlelere dayat¬ maktadırlar. Bu cebri uygulama ötekini tanımla ve yok et mekanizmasını çalıştırdığında hiçbir hukuki ve ahlaki ilkeyi tanımamaktadır. İnsanın doğuşundan itibaren elinde bulundurduğu doğal haklar ve özgürlüklerin dar, total ve indirgemeci mantalitede hiçbir sahici karşılığı yoktur. Devletin bekası adına sürdürülmeye çalışılan siyasal refleks bireyi ve toplumu kendi ideolojik tercihlerine boyun eğdirene kadar baskı ve yok etme stratejisini sürdüreceğe benziyor. Oysa bireyi ve haklarını önceleyen bir dünya da bu tür arkaik yönelimlerin getireceği, yalnızca kimlik ve kişilik bölünmesi yoluyla toplumu tahrip etmektir. Bireyin ve toplumun siyasal yapılanması olarak tanımlanan devlet anlayışı, toplum mühendisliğine soyunanların elinde egemenlerin korku heyulası halinde evriliyorsa bu tür Pol Pot paranoyasına karşı en önemli duruş; sivil itaatsizliktir. Bilindiği üzere komünizmin hit olduğu dönemlerde bir darbeyle iktidarı ele geçiren Pol Pot, Kamboçya da kurduğu düzenle, tam da bugün ülkemizde yapılmak istenenleri uygulamaya koymuştu. Köylü diktatörlüğünü esas alarak bu sınıftan olmayan tüm kesimleri, çalıştırılmak üzere tarlalara sürdü. Kendi ideolojik yapısına uymayan milyonlarca kişi adına sonradan “ölüm tarlaları” denecek bölgelerde can verdiler. Pol Pot mantığında devlete rengini veren ideoloji harici düşünenlerin yaşamaya hakları yoktu. Böylece binlerce kalifiye eleman -ki mühendisinden, doktoruna… eğitimcisinden bürokratına- ölüm tarlalarında rejim için ölmeyi hakemişti, Bu ülkede yaşayan insanlar için ne kadar da tanıdık değil mi?

O Saygıdeğer Okur!
  Yepyeniden sizlere, yüreklerinize söyleyecek bir sözümüzün olması ne güzel. Ara verdiğimizde yanı başınızda dost bir yürek gibi durmaktan başka bir çabamızın olmadığını olamayacağını söylemiştik size. En güzel yarat imiş olarak “insanı” temel ve muhatap alıp, insan üzerine çaba göstermek, insanın mükemmel duruşuna yine aynı sevdayla karşılık verebilmek ne güzel. Elbette kategorik konuşmuyoruz; “yine de gel” çağrısı belleğimizin en önemli duyargasıdır. Mazluma hiçbir şey sormuyoruz, kendimize bakıp onu inliyoruz. Belki de bu dergiyi böylesine albenili kılan bu. Bilin kı sız kendinizden, yüreğinizden birşeyler bulabildiğiniz müddetçe yürüyüşümüz devam edecektir. Siz gelin dostlar…Herşeye rağmen son türkümüzü söylemedik daha
YÜREĞİNİZE İYİ BAKIN!

Önceki İçerikSeyir Defteri: Söz 14
Sonraki İçerikSeyir Defteri: Söz 12