Sözün popüler kaypaklığa dönüştürüldüğü, kavramların ve anlamların ihanete uğradığı, kurgusu sahte ve sanal süreçlerle oluşturulmuş bir hayatı yaşamak, yazının getirdiği dingin ve diri duruşun değerini bir kez daha hatırlatıyor bize Hiçbir şeyin böyle gelip böyle gitmeyeceğini, hesaplar üzerinde bir hesabın olduğunu, her yeni günün taptaze umutlara kapı araladığını biliyoruz. ‘Kaleme ve yazdıklarına andolsun’ kutlu uyarısı yüreğimize serinlik katıyor.

    Uyarılmak, her adımımızda kudret sahibi bir uyarıcının yanı başımızda yürüdüğünden emin olarak, tarihin biçtiği yazgıya duyarlı kılıyor bizleri. Kalemin tanıklığı, hayata katılmanın ve hayata dokunmanın, varisi olduğumuz sürekli bilinçle mümkün olduğunu işaret ediyor bize. Bunun için korkuya ve vehime açılan her kapı, irademize ipotek koymak isteyenlerin kurduğu tuzaktan başka bir şey değildir. Uğultuya dönüştürülmüş sözün düşlerimizi kirletmeye yeltenmesi, ufkumuzu daraltarak karartmaya çalışması, yüreğimizdeki ışığa haberli kılıyor bizleri. Bu ışık çoğalmalı ve nur tamamlanmalı. Üzerinde yaşadığımız toprak, gökyüzüne çevirdiğimizde yüzümüze düşen her yağmur damlası ve içimizde damıtarak varettiğimiz sevgi kozası, yerli ve sahici bir anlama dönüştürüyor duruşumuzu. Modern yalanlarla kategorize edilen yaşama, çirkefin kozmetikle sunulan albenisine itibar etmiyoruz. Tüm olup bitene, insan oluşumuza vurgu yapan “emanet’in yürüyüşümüze getirdiği dengeyle baktığımızda, gerçekliğin içinde doğruya yönelebilmenin izlerini görebiliyoruz. Ötelerden bize bırakılan miras iki kardeşlik dünyasını kodlamaktadır belleğimize. Yaradılışta ve Dinde kardeşlik! İnsan, toplum ve doğa dengesiyle oluşturulmuş bir armoniye sahip bulunmak zorunluğu, inanç sistemimizin olmazsa olmaz kuralıdır. Gerisi kaos.

     Simon Tormey Totalitarizm adlı kitabında şöyle der: “Benim cennet düşüm senin cehennem düşün olabilir. Bu yüzden bir cehennemler dünyasından kaçınmak istiyorsak, her milletin, her halkın ve her insanın kendi cennet düşünü takip etmesine izin vermeliyiz.” Bir yeryüzü cenneti varetmenin üst organizasyonu olan ulus-devlet projesi, kuramcısı Hegel tarafından ‘Tanrının arzdaki yürüyüşü’ olarak tarif edilmişti. 19.yüzyıla ait bu tanımı ülkemizdeki “kutsal-ideolojik” yapıyla birleştirdiğimizde, toplumu, yönetim mekanizmasının hizmetkarı/kulu, inşa edilmesi ve denetlenmesi gereken yığınlar olarak gören bir anlayışla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Yaşadığımız günler bu tür davranış biçiminin barbarlık boyutunda işlemekte olduğunu göstermesi bakımından ibret vericidir. Daha da ilgi çekici olanı ise bu sistemi ele geçirmek için harekete geçen her oluşumun da aynı karakteri göstermeleridir. İster etnik isterse dinsel olsun şiddet gruplarına baktığımızda mevcut yapının birer kopyası olarak hareket ettiklerini görürüz. İnsan olmanın getirdiği arklığı kabul etmeyen, ideolojisi uğruna hiçbir hukuk normuna sahip olmayan, anlam dünyasında koyu bir despotizmi barındıran kütleler çatışması yaşıyoruz bugünlerde Kaos derinleşiyor, denge kayboluyor, ihanetin ve korkunun tahtı muhkemleşiyor.

Saygıdeğer Okur!
On birinci kez sizinle birlikte oluyoruz. On bir kere-her şeye rağmen-sevgi tadında sözleri kaleme dökmek, bunun yaşanası heyecanını duymak sonra karşılık bulmak, bizlere güven duygusu veriyor. On menzilden geçerek karşınıza geldik. Bizlere çok şey öğrettiniz. Hâlâ akl-ı selimin, vefanın sevebilmenin yasabileceği münbit yüreklerin var olduğunu keşfettik; şükrettik. Onuncu sayımız ilk haftasında tükendi. Yoğun istek üzerine ikinci baskı yapmak zorunda kaldık; mutlu olduk. Özgürlüğe ve adalete ve erdemli bir toplum özlemine mütevazı katkımıza gönül verdiğiniz için sonsuz teşekkürler. Vesselam.

Önceki İçerikSeyir Defteri: Söz 12
Sonraki İçerikSeyir Defteri: Söz 10