Ülkemize üçüncü dünya ülkelerinin dikta rejimleri arasında “mümtaz” bir rol biçen güç odaklarının belki de en zayıf yönleri “düşman” olmadan var olmayı becerememeleridir. Gerçek veya sanal, her zaman çeşitli renk ve ebatta “öcü paranoyasına dayalı stratejileri ile mevcut durumlarını koruma ve sağlama alma yöntemi, yaşadığımız topraklarda her zaman iş görmüş bir yöntemdir. Onlara göre eğer ortada rejime kasteden bir “düşman” var ise elbette her türlü yol ve yöntem meşruluk kazanacaktır. İnsan hak ve özgürlüklerinin yerlerde sürünmesi, hakların yok edilerek baskı ve cebre yönelme, yaşam alanlarının kısıtlanması gibi bir süreç “düşmanı” alt etmenin doğal bir yolu olarak kanunlarla sağlanacaktır. Bu anlamda ülkemiz kanun devleti olması yönünden, dünya sistemi içinde önemli ve örnek bir konuma sahiptir. Hukukun üstünlüğüne değil kanunun cenderesine inanan bir sistemde “vatandaş” kavramı hakları her an askıya alınabilir ama üstüne olabildiğince yükümlülükler yüklenebilir bir anlama karşılık görülmektedir. Bu anlamda seksen öncesi sağ-sol çatışmasına muhtaç olanlar bugün Müslüman-Laik çatışmasına dolayısıyla “irtica”ya muhtaçtırlar. Oligarşik egemenliklerin sürdürülebilmesi için birkaç yıldır vizyona giren bu yeni düşman, yani “irtica” kimlerin hayat alanlarını daraltmakta ve kimlerin önünü açmaktadır; buna bakmak gerekir. Onlarca yıl ülkeyi sevk ve idare eden mevcut zihniyet, başarısızlıklarını kamufle etmek, yükselecek olan itiraz ve alternatiflerin önünü kesmek kastıyla-mevcut -dünya konjonktüründen de yararlanarak- “irticadan daha münbit” bir düşmana sahip olamazdı. Şu nokta iyice görüldü ki güce iman etmiş zümrenin, çağı yakalamak, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak, dünya ülkeleri arasında onurlu bir yere sahip olmak gibi bir çabası hiçbir zaman olmamıştır, olmayacaktır da. Kapalı bir rejim içerisinde hesap soranı olmayan, devletten aldığı kredileri yine devlete yüksek oranda faizle borç vererek yaşayan, resmî ideolojinin kutsal zırhına büründüğü için ne yapsa yanına kâr kalan, Susurluk kazasında ortaya çıkan yüzüne aynada gülümseyerek bakan bir mekanizma neden evrensel hukuk normlarının bu ülkede geçerli olmasını istesin ki? Neden halkın barışını arzulasın ki? Barış ve özgürlükler, irtica gibi çok yönlü ve korkunç bir düşmanın bulunduğu yerde bir türlü gelmeyecek olan bir bahara ertelenebilir? Belki de birkaç asırdır baharını kaybetmiş, dahası unutmuş bir ülkenin çocuklarına baharı hatırlatmanın bile önü alınmaz sonuçlar getireceği düşünülüyor olabiliyor. Öyleyse yaşasın düşman, yaşasın irtica!

    Türkiye’de inanca ve düşünceye karşı sürdürülen sürek avının belki de en önemli yanı; yapay ve emperyal sınırlarla ayrı düşmüş, tarihle gelen kardeşlik bilincini köreltmekdir. “Tanımla ve yoket” politikasıyla, topraklarını işgal eden mütecaviz güçlere karşı direnişini sürdüren tüm özgürlük hareketleri, terörist olarak lanse edilmeye çalışılıyor. Bunun en son örneği Çeçen Direnişi’nin Türkiye’deki yansımasıdır. İşgalci Rusya ile omuz omuza veren devletlimiz topraklarını savunan direnişçilere terörist deme cür’etini göstermektedir. Öteden beri güçlü olanın yanında el pençe durmayı karakter haline getirmiş olan siyasilerin Çeçenistan konusundaki tavırlarını ibretle izliyoruz ve utanıyoruz. Eğer binleri bu ülkenin insanını içine kapatarak güdülmeye layık yığınlar olarak görüyorsa fena halde yanılıyor demektir ve bunu onlara binlerinin hatırlatması gerekmektedir.

Saygıdeğer Okur!
Dergimize gösterdiğiniz yoğun ilgi yolumuzu aydınlatmaktadır. İçinden geçmekte olduğumuz konjonktürde yolumuza çıkan engeller, aşılasıdır aşılacaktır. Yolculun okur çetelesi bunun bir göstergesidir. Dokuzuncu sayı da kısa zamanda tükendi.Baskı adedimizi arttıracağız mecburen.

Her sayıda daha dingin bir direniş’ bilincin; estetize etmenin heyecanına’ yeni imzalarla devam edeceğiz. Sevgili İdris ÖZYOL ve Yaşan BEDRi’den sonra Hakan ALBAYRAK’ta yakında çıkacak yeni kitabı “Karadonlu Kafirler” den özgün bir bölümle bu sayıda aramızda. İletişim adresimize her türlü öneri ve eleştirilerinizi bekliyoruz. Velhasıl selam size.

Önceki İçerikSeyir Defteri: Söz 11
Sonraki İçerikSeyir Defteri: Söz 9