İnsanlık son üç yüzyılı çak acı alaylarla tecrübe etti. Milyonlarca insanı birkaç yılda yutan dünya savaşları, açık ve gizli sömürgeleştirme faaliyetleri, tamahkar bir biçimde sürdürülen talan ile çevrenin ve iklimin bozulması ve sonuç olarak belli aralıklarla tekrarlanan yeni bir dünya kurma çabalan. Süregelen sosyal, siyasi ve bilimsel devrimlerin insan varlığı üzerindeki tahammül edilemez tahakkümü… Bu yüzyıllar özellikle bizim ait olduğumuz coğrafyalarda daha da vahim bir süreç izledi. Sanayi devrimi sonrası oluşan hammadde ve enerji açlığının saldırganlaştırdığı Batı, gittikçe geliştirdiği savaş makineleriyle topraklarımızı talana yeltendi. Devasa mütecavizliğin karşısındaki son güç, Osmanlı İmparatorluğu’nun da nefesi kesilince ortaya çıkan vahamet ve çarpılma bugün yaşadığımız dünyayı bize armağan etti. Dünyayı ‘egoları çevresinde yeniden dizayn etme uğraşısı içindeki Batı, saldırganlığı ile parçaladığı dengeyi yeni parametrelerle oluşturmak için işe koyulduğunda birçok kültürün bu devasa gücün önünde kendiliğinden eğildiğini ve kısa sürede ‘de facto’ ya adapte olduğunu gördü. Bunun en bariz göstergesi Japonya’ydı. Başkalaşmanın en çarpıcı örneği. . . Gelenek, görenek ve dinine sıkı sıkıya bağlı kalarak batı değerleri özümseyerek adapte oldu. Bu durum klonlanmışçasına yeryüzünün bir çok medeniyet eksenini içinde eritti. Ancak her ne kadar siyasi parçalanmışlığı, ekonomik ve teknolojik geri kalmışlığı gibi etmenlere sahip olsa da sürekli bir biçimde arıza çıkaran bir medeniyet havzası olarak ‘İslam coğrafyası’ şu ya da bu boyutta direnişine devam etti. Bu coğrafyanın insanları, inanç sistemlerinin yaşadıkları zamana verdiği sahici cevapları aramayı terk etmediler. Şimdi ise çok komplike bir tehdide dikkat çekmeyi gerektiren bir zaman doğru akıyoruz;

      İktidarın/gücün/ şöhretin ve paranın sarsıcı sarhoşluğu, içerisindeki demir eli gizleyen kadife eldiven gibi bizleri okşuyor. Yaşadığımız zaman, bu modern dünya, insanlığımızı etiketleyerek, içeriksizleştiriyor. Gittikçe küçülen ve köksüzleşen bir hayat tarzı bu. Kimliğimizi oluşturan bütün değerler tüketim denilen arsız salgının önünde anlamını kaybetmekte. İnanç sistemimizin seküler ayraçlara tabi tutularak modern zamanlara göre yeniden dizayn edilmesi ve bu kurgunun ‘hayat alanımızın genişletilmesi’ olarak propaganda edilmesi, gittikçe derinleşen çürümeyi de beraberinde getiriyor Çarpılmış ve aptallaştırılmış bir düzenin tesis edilmesi demek olan, seküler olana göre duruşumuzu konumlandırma anlayışı, varlığımızın başat etkenlerinden ‘hakikat ve irfan’ gibi yapıtaşlarım paramparça ediyor. İslam, modern paradigmanın oluşturduğu devasa çarkın küçük bir dişlisi olmaya konumlandırılıyor. Bu, dışarıdan yöneltilen ağır tehlikenin daha da vahimi, Müslüman idrakinin kendisine engel olarak gördüğü her türlü anlam biçimini hızlı bir -kendisinin dışındaki bir duruma göre dönüşüme tabi tutma hevesi. Tıpkı daha önce Musa’nın ve İsa’nın öğretisinin başına geldiği gibi. Her iki ilahi söylem hiçimi elbette ki aslında tevhid ilkesinden hareket ederek içinde bulunduğu toplumu özgürlüğe ve umuda çağırıyordu. Ancak karşılaştıkları ilk büyük ve zorlayıcı güce kalben ve zihnen teslim oldular. İsa’nın tevhid öğretisi, Roma topraklarındaki zorlu ve mütevazi yolculuğunda, daha çok dünyalaşma hevesine kapıldığı an, Romalılaştı ve Roma sonrası dönemlerin tiranı haline geldi. Ana kaynağından yani Kudüs’ten uzaklaşıp Avrupa’da Kilise olarak yeniden tahkim edildiği gün İsa’nın öğretisi tarihe karıştı. Artık Hıristiyanlık adlı Roma’nın pagan dinini içselleştirerek sisteme adapte olan bir inanç ve sosyal düzene dönüştü. Kendini güç ve iktidarla sınayan her düşünüş biçiminin başına geldiği gibi. Yüzyıllarca süren Kilise despotizminin rahminde hayat bulan başka bir sapma yani Protestanlık bu kez yaşamı iki alana ayırarak dinin alanını gittikçe daraltıp, dünyevi alını alabildiğince genişleterek yeni bir sistemi insanlığa sunmaktaydı. İsa’nın öğretisini sürdürdüğünü iddia edenlerin ‘Sezar’ın hakkı Sezar’a- Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya’ ikilemiyle kodladığı evrenin yeni inşacıları, Tanrı’nın hakkının da Sezar’a yani güce ve iktidara devredilmesi yönündeki talepleriyle bugünün dünyasını oluşturmaya giriştiler Müslüman dünyanın hevesle içselleştirmeye çalıştığı yol ve yöntem daha önce denenmiş bir yol olmaktan başka bir şey değil. Önce karşılaştığı güce öykünme ve benzeme çabası, daha sonra o güç tarafından eritilerek bertaraf edilme süreci.

     Bugünün Müslüman zihni, kendi değerleriyle oluşturabileceği bir yaşam alanının artık bittiği yönündeki efsunlarla sulandırılmış durumda. Yapılagelen ise modern dünyaya angaje olabilecek hiçimde anlam dünyamızı ve yaşam parametrelerimizi gözden geçirerek dönüştürmek. Bu edilgen durum inancın ayrı bir kategori olarak değerlendirip kutsal ve dokunulmaz kılınması, yaşamın ise konjonktüre göre yeniden belirlenmesi gibi ikileşmiş, sekülerleşmiş dahası şirkleşmiş bir sonucu ihtiva ediyor. Ülkemiz esas alındığında kendini muhafazakâr çizgi olarak ifade eden anlayış biçiminin tam da bu rolü gönüllü olarak üstlendiğini söylemek gerekir. Kalıpları muhafaza ederek içeriği hızlı bir biçimde sekülerleştirmek ve bunu da günün gerekleri olarak beyan etmek sürdürülegelen anlayışların en popüleri. Bugün çağdaş bir terim olarak karşımıza çıkarılan Modernizm yani kadim deyişimizle ‘şirk’ten bizim anlamamız gereken de budur. Çünkü şirk dediğimiz husus içerisinde yapısı gereği tevhidi de barındıran bir durumdur. Form olarak dini motifleri ve söylemi kullanan ancak içerikte kendini kaybedercesine sekülarizmi temize çıkarmaya çalışan bir travmadır bu. Sekülarizm denilen örgünün başat söylemi, uysallaşmış/ dönüşüme ve müdahaleye teşne bir dini anlayışı genel geçer kılmaktır. Böylelikle aidiyet olarak kendini İslami olarak gören bir ‘dini bütün’, baş tarafına ‘İslami’ yaftası geçirilen her şeyi kolayca ve gönül rahatlığıyla pratize etme imkânı bulabilecektir Dine karşı kesin bir reddi öngören laikleşmeye karşı dini kendi amaçları doğrultusunda evirip çevirmeye müsait hale getiren sekülarizmin son zamanlarda ülkemizde rağbet görmesinin ana sebebi budur

Önceki İçerikTutunduğun Dalı Bırak!
Sonraki İçerikHikmeti Önceleyen Söz