” Ülkemiz bahara uyanıyor. Düşen her yağmur tanesinin çıldırmış bir uygarlığın kıyısında gezinenlere rahmetten ve merhametten yana söyleyecekleri var. Çünkü söz kalemin ucundan çıkmaya görsün. Solgun vadilere doğru kendini çoğaltarak coşar ve önünde puslu ne varsa aydınlığa kavuşturur O an görmeli karanlıktan beslenenlerin telaşını! “

      On yıl önce Yolcu, yürüyüşe geçtiğinde seyir defterinden böyle seslendi okurlarına. Kıraç bir zamandı. Kara bir leke gittikçe genişliyor, yaşam alanlarımızı boğmak için kendini çoğaltıyordu. Böylesi kırılma anlan birçok gerçekliği de gözler önüne sermesi bakımında bir anlam taşır. İnsanları deterministçe dizayn etme çabaları ve toplum beraberinde getirir. Özellikle özgürlük ve adalet taleplerine karşı, devleti ele geçirmek için hareket eden tek boyutlu ve karanlık gücün estirdiği terörün turnusol kâğıdı işlevi gördüğü de söylenebilir. 0 karanlık yıllarda yani 1997-2000 tarihleri arasında onurlu kalmanın zulme ve zalimliğe karşı direnişten geçtiğini ve bu duruşun bir “söz” iklimi oluşturma çerçevesinde olması gerektiğini bilerek yola düştü Yolcu. Bu yüzden çok güzel yürüdük/ yürüyoruz. Nerede ve nasıl ve hangi cüssede olursa olsun yapılan haksızlıklara, zorbalıklara ve insan haklarına dönük saldırılara karşı seviyeli ve kişilikli duruşu önemsedik. Örneğin bugünün Başbakanı uyduruk gerekçelerle- ki şiir okumuştu- mahkûm edildiğinde açık ve net bir biçimde buna tavır aldık. Künyemizdeki “Garibanlara ve cezaevlerine ücretsiz gönderilir” sözü o günlerden kalmadır. Yüzlerce inanmış insan cezaevlerine tıkılıp haksız yere aylarca içeride tutulmuştu. Bunlardan biri de bugünün başbakanı idi. Cezaevine ücretsiz dergi gönderme sürecini ilk kez onunla başlatmıştık. 0 günlerde onu çok açık, net ve doğal olarak görebiliyorduk. Şimdi etrafında öylesine bir hale var ki ve öylesine cilalı bir hale ki bu, onu görebilmemiz için birçok keramet gerekir, o da biz de yok. Sade, gösterişten uzak ve doğal olana alışmıştık oysa.

Gelelim bizim meselemize. . .
Söz ve dahi kutlu ve dirayetli söz; irfanı arayan ve hikmeti önceleyen söz, tarihin, coğrafyaların ve insanların ötesinde yürüyüp giden ve kendini çoğaltan bir şeydir. Belki de bu derginin böylesine karşılık bulmasının en önemli nedenlerinden biri de budur; bizi var edene verdiğimiz ahitten ötesi zamanın anlamsızlaştığıdır demiştik. İlk sayımızdan itibaren üstümüzde ve insanlığın üzerinde her türlü tahakkümü, saldırıyı kim ve ne adına olursa olsun; hangi dünyevi değerler adına yapılsın kesin bir dille ve ilelebet bir ahitle reddetmek; Lailaheillallah! Bu sözü yaşamımızın vazgeçilmezi ve yol göstericisi yapmak!

    Yeniden filizlendiğimiz günün üzerinden on yıl gibi büyük bir zaman geçti. Her şey öylesine dönüştü ve değişti ki ‘modem zamanların’ insanlığı kendi çekim alanında tutabilmek için ortaya koyduğu illüzyonlar en çok da duruşunu koruma bilgisine sahip görünenleri sarstı ve şaşırttı. Tarihimizde bugüne kadar süregelen iki çizgiden biri olarak modern dünyaya entegrasyonu sağlamanın bir boyutu, formu koruyarak içerikte sistemi içselleştirmeyi temel almaktaydı. Bugün olgunlaşma noktasında olan, güç, para ve iktidarı modern gereklere göre tanımlayarak muhafazakâr bir çeperde kabul etmekle başkalaşım sürecinin sonuna gelmekteyiz. Bu süreçte kullanılan bütün araçlar uzun süredir önce askeri, sonra siyasi ve entelektüel mücadelede karşı tarafın elinde bulundurduğu araçlardı. Bugünün dünyasında özellikle Müslümanlar tamahkâr bir hazla bu araçları elde edip kendi değerlerini bu araçlara adapte etmenin uğraşısı içerisinde görünmektedir. Oysa her araç kendi ahlakı ve anlam biçimiyle gelmekte ve açtığımız boşlukları doldurmaktadır. Berin içeriği ve geleneği olan bize ait bilginin -ki bunun temelinde vahiy vardır -yorumlanarak, modern paradigmaya göre yeniden şerh edilmesi, gerçekliği, bizim hayat anlayışımızın karşısındaki bir yaşama biçimine sunmaktır. Dizayn edilmiş ve entegre bir hayat düzeni içerisinde Müslümanlar birer tüketim metası olmaktan öte bir işleve sahip görünmemektedir. Bunun ilk tartışmalardaki haşat cümlesi ‘İslam terakkiye mani değildir’ idi. Terakki yani ilerlemeye engel olmayan bir değer olarak İslam, toplumu itibariyle temsil ettiği cephenin askeri ve siyasal olarak çökmesiyle, aydınlar elinde dezenformasyona tabi tutuldu. Böylesi bir çarpıtmanın kabulü ancak köle zihniyle mümkündür. Çünkü yüzyılların birikimini, davranış biçimini ve tecrübesini reddederek başkalaşmayı öngören bu istek, önce kendi gerçekliğini oluşturan hakikati reddetmeyi sonra hazırlanan tezgâhta alman yeni ‘biçim1 sonucunda özellikle Batı’yı kutsamayı salık vermektedir. Böylesi bir tehlike ve tehdit mağluplara biçilen kefen olarak görülmelidir. İşin trajedisi de burada başlamaktadır. Bize biçilen rol, aslında uzun zamandan beri bizim iştah kabarttığımız bir roldü.

     Şimdi bu düzenlenmiş sahnede küresel enstrümanların dünyamızı tek sesliliğe mahkûm etme çabalarına gönüllü tabiliğimizin meyvelerini devşiriyoruz. Bahşedilen olanaklar sürdürülen bu devasa projede dikkate değer bir yerimizin olduğu vehmini salık veriyor bize. Modern akim inşa ettiği bir evrende kültürü ve medeniyeti tarih dışı olarak görülen toplumlar olarak ‘adam edilme’ çizgisinde kaldığımız sürece hiçbir sorunla karşılaşmayacağız. Ta ki köklerimiz bizi rahatsız etmesine kadar. . .

Önceki İçerikKadife Eldiven
Sonraki İçerikZamansızlık