ZAHİD
Vaktin birinde irfanı konuma sahip olan büyük bir âlim yaşıyormuş. Bu âlim tarihte birçok önemli eserin müellifi olmakla da tanınmış. Ahlak alanında çok değerli bir kitap yazar. Bu kitap o kadar yüksek manevi mertebelere sahip olur ki, ünü birçok diğer memleketlerde de yayılır. Kitap dönemin büyük dervişlerinden birinin eline geçer. Bu derviş o zaman çok popüler olan sufiler tarikatına mensup biridir. Sufiler deri aba giyip, bütün dünya nimetlerinden uzak dolaşan insanlardır. Onlar servetten tamamen uzak, evsiz ve hatta isimsiz yaşayan insanlardı. Bu derviş kitabı okur ve eserde yüksek anlamlı kelimelere rastlar. Kitap; dervişi çok etkiler. Düşünür ki, bu kitabın yazarı çok büyük bir manevi makam sahibidir. Sonra onu gidip bulmaya karar verir.
Uzun süren bir yolculuktan sonra düşünürün yaşadığı yere ulaşır. Şundan bundan sora sora alimin evini bulur. Birkaç katlı, bahçeler içinde bulunan büyük bir konağı görünce gözlerine inanamaz. Derviş öncelikle doğru adrese geldiğine dair şüphe eder, birkaç komşudan tekrar sorduktan sonra doğru adrese geldiğine emin olur. Büyük endişe duyar. Geri dönmek ister, ancak kendi kendine der ki; bu yalancı düzenbaza, kendisi yazıp, ancak amelde haktan uzak olan bu âlime birkaç söz desem, iyi olur. Kapıyı çalar. Kapıyı alimin kendisi açar. Ondan kim olduğunu sorduktan sonra kalbinde onu rahatsız eden düşünceyi der: “Sen bu boyda büyük malikaneye sahipsin. Bu, senin yazdıklarına hiç uymuyor. Sen kitabında dünyaperestlikten uzak olmaktan, kanaatkâr olmaktan, maddiyatın amaç olmamasından, dünya nimetlerinin insan için büyük tehlike olmasından bahsettiğin halde, tüm maddi nimetleri etrafında toplamışsın “. Bu sözleri duyunca alim onu içeri davet eder. Biraz sohbet ettikten sonra dervişe der: “Benimle seyri-suluk yolunun pirini, mahbubun âşıklarının şahı Hz. Hüseyin’i ziyaret etmeye gelir misin? Öyle ki, ben sana her şeyi yolda anlatacağım “. Derviş gönülsüz olarak razı olur.
Evden çıkarak yola düşerler. Alim heyecan ve büyük bir iştahla hiçbir şey almadan ve evin kapısını kapatmadan, mülkünü birine emanet etmeden evi hızlıca terk eder. Biraz yol gittikten sonra birden derviş alime; “dur, ben şapkamı sizde unuttum, gel geri dönüp onu alalım” der. Derviş geri dönmek isteyince alim onun kolundan tutar ve der ki: “Ben gittiğimiz mekâna bir an önce varmak için o kadar can atıyorum ki, aceleyle her şeyi unutarak tüm mülkümü terk edip oraya doğru koşarken, hatta heyecandan her şeyi unutmuşken…. Sen ise her yerinden yama vurulmuş bir şapkan var, onu bizim evde unuttuğun için geri dönmek istiyorsun öyle mi? Bir yamalı, değersiz şapka seni irfan mektebine doğru gitmekten alıkoydu. Ey derviş, senin o yırtık şapkaya bağlılığın, benim elimde olan tüm o mülke, servete olan bağlılığımdan daha fazladır.
Bil ki, gerçek zahid; “hiçbir şeyi olmayan” değil, “bir şeye bağlı olmayandır “.

Önceki İçerikİSTİKAMET | SAYI 84
Sonraki İçerikİSTİKAMET | SAYI 86