Ezber bozan bir sürece giriyoruz. Özgürlük ve adalet, devingen bir ırmak gibi hayatın
Damarlarına doğru yürüyüşe geçiyor. Yıllarca egemenliği kendilerinde tescillemiş zümrelerin tedirginliği bundan! Bu toprakların yaşam kodlarına yapılan pervasız saldırılar göstermektedir ki, belirli aralıklarla toplumun nefesini kesmeye yönelik travmaları organize edenlerin eski, alışılagelmiş, demode yöntemleri artık iş görmüyor. Örneğin oligarşik saltanatları sarsıntıya uğradığında on yılda bir darbe yapıp insan asan, binlerce kişiyi sistematik işkencelerden geçirerek bilinçleri çökertmeyi alışkanlık haline getiren mekanizmanın kirli yöntemlerine gerekli itibar gösterilmiyor artık. Yüreklerimizdeki coşku mümbit bir coğrafyanın değerleriyle buluştukça ve esenlik yaşam alanlarımızı kuşattıkça ‘kibrin efendileri’ her yol ve yöntemi mubah kabul ederek bu güzelliği boğmaya kalkacaklardır. 80’li yıllarda başbakan asan, 70’li yıllarda gençleri idam sehpalarına yollayan, 80’li yıllarda halkın kanım donduran, 90’11 yıllarda ana damarlarımızdan birini kesmeye kalkışan, 2000’li yıllarda daha çağcıl yöntemlere başvurarak geleceğin ülkemizi soluksuz bırakmaya çalışan bu irade, saltanatları için hukuk dahil her şeyi yerle bir etmek için harekete geçiyor. Onlar için halk iradesi denilen şey hiçbir zaman inanmadıkları masaldan ibarettir. Halkı ‘reaya’ yani sürüleştirilmiş yığınlar, hukuku ise bu yığınları gütme kuralları olarak tanımlayan mantık Osmanlı’nın son dönemindeki İttihatçı komitacı mantığıdır. Kısa sürede imparatorluğu darmadağın eden bu anlayış, içinde bulunduğu coğrafyanın ufkunu temsil etme noktasındaki bir ülkenin ufkuna abanıyor, ufkunu karartmaya çalışıyor. İnsani olan her şeye açıkça cephe almış, kan kusturmaya kavletmiş hükümferma bir saldırı bu. Düşünceye, duyguya, adalete ve vicdana taammüden ihanet eden bir kalkışma. Şimdiye kadar ellerindeki kitle iletişim araçlarıyla ortalıkta dolaştırdıkları değerlerin çürüyüp kokuşması karşısında tek çare olarak toplumu darp etmeyi, çok renkli ve çok coşkulu bir ülkeyi karabasan ilkeleriyle çökertmeyi amaçlayan sofistike bir komplo ile karşı karşıyayız. Lâkin kapalı kapılar ardında kurgulanan çete yöntemleri aydınlık karşısında gözlerini kapatmaktan başka bir şey değil.
 
       Ezber bozan bir sürece giriyoruz. Hitler’in propaganda bakanı Goehhels’in genetiğine sahip ulufeci kalemşorların devri kapanıyor. Devletin kanını emmeyi, bu halkın parasını iç etmeyi iş edinmiş adamların beslediği ‘aydın takımı’nın bağlandıkları köşelerden kustukları kaos senaryolarına bakmayın. Muhayyel tertipler organize ederek bunları gazete ve tvlerine taşıyanların biçare atraksiyonları, ülke insanının farkına varmaya başladığı irfanı karşısında bir anlam ifade etmiyor. Tepeden seyrettiği toplumun her türlü değerine karşı açıkça cephe almış, eğer uygarlık var edilecekse köklerimizin yeni bir inşa ile zamanı anlamlandırması gibi zor bir uğraşı gerektiği çizgisini beceriksizliği ve gafleti nedeniyle görmemezlikten gelip başka yerlerden uygarlık çığırtkanlığı yapan bir tip olarak pozitivizmin bekçisi konumundaki Türk aydını kendini bitirmiştir. Böylelikle bu halk önemli bir asalaktan kurtulmuş olmanın rahatlığını yaşayabilir. Hukuku postal lahikalarına kurban eden adamlar devri de kapanmak üzeredir. Artık bu halk kendi hukukuna kendi sahip çıkacak bir duruşun onurunu yaşamalıdır. Soğuk savaşın ‘kör dövüşü’ reflekslerinden kurtulamamış, yaşam standartlarını kaybetmemek için bedel ödetecek kitleler arayan başka bir travma, ‘ulusalcı’ keskinliği ile toplumu ayrıştırmaya, birbirine düşürmeye ve ötekileşmeler oluşturmaya dönük bir strateji ile geliyor. Bu, insansız vatan oluşturmayı, insan olacaksa da standartlaştırılmış, mekanik insan tipi üretmeyi doktrin edinmiş oluşum, kendilerine devletin derinliklerinden payeler vererek çeteleşiyor ve hatta daha da ileri giderek, özgür düşünceyi boğmak için korkunç suikastlar planlayabiliyor. Devletin her kademesinden kendilerine devşirmeler tutacak kadar kapsamlı bir harekete soyunabiliyor. Bu soğuk savaşın arkaik ideolojisi, küresel saldırganlığa karşı insan heba etmenin kutsallığı üzerine bina ettiği söylemlerinin bu millet için hiçbir şey ifade etmediğinin farkına varamayacak kadar basiretsiz görünüyor. Bu basiretsizliğin bu millete faydası, yapılan provokasyonların kim tarafından ne amaçla yapıldığının ve neye hizmet ettiğinin bilinmesidir. Belki de en önemlisi uzun yıllardan beri ilk kez toplumun, kendi değerlerine sahip çıkma yolundaki azmini kararlılıkla sürdürüyor olması.
 
     Hasılı ezber bozan bir sürece giriyoruz. Sözün yürüyüşü böyle zamanlarda anlam kazanıyor. Ses yükseliyor, söz yürüyüşe geçiyor, belki bir öykü ya da bir şiir (N. Hikmet):

“onlar ümidin düşmanıdır,sevgilim akan suyun,meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı../
Bursa’da havlucu Recebe,
karabük fabrikasında tasfiyeci Haşana düşman
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleyman’a düşman
sana düşman, bana düşman
düşünen insana düşman
Vatan ki bu insanların evidir
Sevgilim, onlar vatana düşman

Önceki İçerikKurgulanmış Masallar
Sonraki İçerikErdemli ve İlkeli Bir Duruş