Çok uzun süren derin bir sessizliğin ardından, bu topraklar konuşmaya başladığında bunun olacağını biliyorduk. Sonra yine biliyorduk ki bu ülkenin sahici dilinin karşısında onlarca yıl kükreyenler aslında kağıttan kaplandan başka bir şey değil. İdeolojik kurguları, hayata bakışları ve insanı algılayışları kendileri gibi güdük, lâkin çıkardıkları ses iyi senkronize edilmiş. Bu tür avaziler, ses çıkardıklarında yer yerinden oynar ve peşine tufan gelecektir sanılabilir. Halkın vergileriyle iaşelerini temin eden zevatın hele bir de hukuk gibi doğal-evrensel bir alanı işgal ediyorlarsa, bu tür düşük profilli dalgalanmalardan uzak durmasını bilmeleri gerekir. Sabittir ki hukuk, sıradan siyasanın polemik argümanlarından biri haline geldiğinde toplum dengesini yitirmeye ve savrulmaya başlar. Bu savrulmanın etkisi elbette kısa vadede yeterli kadar hissedilmeyebilir ama toplumun bileşenlerini içinde toplayan ana çekirdeğin tahrip edilmesine yönelik bir girişim olarak, bu durum ağır bedeller ödetmek için geri döner. Ana çekirdek denilen husus, bir toplumun var kılınması için gerekli her türlü değerler sistemini içinde barındıran, doğal reflekslerin başlangıç noktası olarak belirtilebilir. Bunu toplum mühendisliğinin yapay, spekülatif ve aynı zamanda otoriter biçimde oluşturmaya çalıştığı hastalıklı siyasal bünyesinden ayırmak gerekir.

     Vurgu yaptığımız derin sessizlik toplumu oluşturan her kompartımanın “akil” tonlarında mevcut aslında. Şu an mini-faşizmin yüzer adacıklar olarak serseri mayın gibi ülkenin içinde dolaşması, “erdemli ve ilkeli bir duruşun” kendini ifade etmeye başlamasından duyulan rahatsızlığı ifade etmektedir bir bakıma. Soğuk savaşın dilini kullanan ve ülkeyi içe kapatarak sürdüre geldikleri oligarşik saltanatlarını devam etmeye gayret edenlerle, küreselleşme adı altında değerleri dönüştüren, dönüştüremediğini düşman ilan global eşkıyanın aynı amacı inşa ettiği ortadır. Zamanın kendisine yüklediği misyonu temsil etme noktasındaki bir ülke olarak Türkiye, bulunduğu coğrafyanın ve kadim toprakların ufkunu temsil etmektedir. O’nu bu anlamda bir ülkü haline getiren yaklaşık üç yüz yıllık bir kırılma sonrası geri çekilmişliğin orijinini temsil etmesidir. Bu durumda hem jeo-politik ve hem de jeokültürel olarak bugünün ve geleceğin dünyasının sahici ve sahih aktörlerinden biri olarak, küçük hesapların ülkeyi belirlediği zaviyelerin anlamsızlaşması elbette ki “küçük adamlar” tarafından rahatsız edici bulunacaktır. Görünen odur ki şu an sürmekte olan çatışma, şiddetini artırarak devam edecek. İdeolojinin resmileşmesi ve statükocu bir tarza bürünmesiyle içkin hale gelen bürokratik reflekslerin oluşturduğu kutsal hiyerarşi, korku cumhuriyeti ile kendini koruma alacağını sanıyor. Bu yanılsama insanını nesneleştirmeyi, iradesini körleştirmeyi ve özgürlük alanlarına şüphe ile bakan bir paradoksu içinde barındırmakta. Paradoks, insanı doğal haklarıyla birlikte algılamaktan çok, belirlenmiş, sınırlandırılmış ve cebr ile matematiksel olarak kategorileştirilmiş bir ‘tür’ olarak algılamaktan kaynaklanıyor. Sürekli şüphe paranoyası ile içeri doğru çekilip hareketsiz kalarak “mevcut”la yetineceklerini sananların en büyük handikapı içlerinde başlayan çürümeyi görememeleridir.

    Geçen yüzyılın bir yanılsaması olan pozitivist bir akü ile inşa edilen siyasal, ekonomik ve kültürel sistematikle hayata enjekte edilen değerler, kendini “insan” yürüyüşüne kapatmış görünüyor. Bu durumun doğal sonucu dogmatikleşmektir. Dogmatikleşmiş bir zihnin toplumu denetim altına almak için seferber olmasının karşısında, toplumun göstermiş olduğu ilgisizlik, küçük ama iyi organize olmuş fanatizmin ivme kazanmasını getiriyor beraberinde. Türkiye’de yaşanan sarsıntının ana etkenlerinden biri budur. Yani pozitivist çerçevede dikilmiş dar, sınırlı, korku efsunlu elbisenin, özgürlük ve adalet arayışını evrensel normlara taşımaya çalışan toplumun üstüne dar gelmesidir bu. Oysa geniş coğrafyalar üzerinde yaşamış ve engin bir bakış açısı kazanmış ve çok renkliliği genlerinde taşıyan bir halkın, belki bazı zaruri dönemlerde -işgal vs gibi- kendini daraltmasının konjonktüre! bir durum olduğu gerçeğini görülemeyenlerin “körlüğünden” kaynaklanan bir basiretsizliğe vurgu yapmak gerek. Küreselleşme adı verilen azgınlaşmanın karşısında çeteleşerek varlığını korumak demek bu ülkenin ufkunu karartmak demektir. Hiçbir zaman bu toprakların var oluş değerleriyle üflet bağı kurma gereğini duymayanların tarihin çöplüğünde yerlerini almaktan başka bir geleceğe sahip olamayacaklarını burada belirtmek isteriz

Önceki İçerikEzber Bozan Bir Süreç
Sonraki İçerikSon Şeytan Düzeni