Büyük bir yanılgı bu. Hayatın bütün alanlarını İstila etmeye hazırlanıyor. İnsan duruşunu omurgasızlaştıran, sözleri sürüngenleştiren bir dalga bu. Ve tarihin en büyük yalanı, içi boşaltılmış, paryalaştırılmış kavramlarla İnsanlığa olmazsa olmaz yaşam tarzı olarak dayatılmaya çalışıyor. Hangi İnanç ve düşünüş konseptinde olursa olsun bütün İnsanlık bu yalana gönüllü kölelik yapmak için birbirleriyle yarışıyor. Her kalıba girebilen, her türlü İnancı kendine dönüştürüp devşirebilen bu sinsi yalan, son şeytan düzenini kulaklara fısıldıyor; “modernleşme”. Kendini değerlerden bağımsızlaştıran aklın efendiliği, bütün saldırganlığı ile dünyayı tehdit etmekte. Yeryüzünü iki alana ayırarak modern olan ve modernleşme sürecine girmiş köleler olarak tanımlayanlar açısından, en verimli ortamlar, tehdide maruz kalan ülkelerin İçindeki gönüllü devşirmeler tarafından hazırlamaktadır. Kitle İletişim araçlarının, üniversitelerin ve aydınların, modern paradigma tarafından üretilen bilgileri tepeden baktıkları toplumlarına sistematik bir biçimde enjekte etmeye çalışmaları yaşanmakta olan çatışmanın ana nedenlerinden biri budur. Gerilime su taşıyan her iki söylem de aslında aynı şeyleri ifade ediyor. Bir taraf dini kullanarak Müslümanları modernleşme projesi İçerisinde konumlandırmaya çalışırken, diğer taraf dinden arındırılmış bir modernleşme projesini faşizan dayatmalarla seslendirmeye çalışıyor. İki çizginin de ortaya çıkardığı sonuç, batının bizim gibi toplumlar için sunduğu bir aşağılaştırma projesi olan modernleşmeye çağrı anlamını taşıyor. İki alanın da özgün, kendinden emin ve özgür bir bilinçle ortaya koyduğu herhangi bir tez bulunmuyor.

     Her şeyden önce insanın bağlamda sahip olduğu özgürlük alanının şu ya da bu gerekçelerle sınırlandırmaya çalışmanın vahşice bir tutum olduğunu bilmemiz gerekiyor. İnsan hak ve özgürlükleri, evrensel, tabii- hukuk çerçevesinde değerlendirilmediğinde ortaya çıkan sonuç, toplumu sürü olarak telakki etmek ve bu sürüyü kontrol için kanunlar yazmaktan geçiyor. Türkiye özelinde toplumu zapt u rapt altına almanın bir başka yolu, toplumu oryantalist bir bakışla değerlendirip, onu kanunların denetiminde sevk ve İdare etmeye çalışmak olarak görülüyor. Üniversitelerinde bilim üretimi ve özgürlük açılımından başka her türlü müptezelliğin aleni şekilde İcra edildiği, beşik uleması çerçevesinden çıkamamış hocaların birer utanç vesikası olarak tarihe bıraktıkları söylemleriyle İşgal etikleri mevkilerinde oligarşik kibirlerine dokunacak her şeye savaş açtıkları, her türlü tepki mantalitelerinin sonuçta militarist bir hazda tıkanıp kaldığı Türkiye’de, özellikle kampus denilen kurtarılmış bölgelerde faşizmin bayrağının dalgalandığını hissetmek, bu ülkenin geleceği için ufuk karartıcı bir durum. Küçük hesaplarla karşıdakini ötekileştirerek tanımlamak ve yok etmeye çalışmak, İdeolojik egoların, benden başkası cehennemdir mantığını gütmeleri kitlelerde bilinç tutukluğu meydana getiriyor. Bilinmesi gereken en önemli husus, hangi bakış açısından olursa olsun, kendi doğrularını başkalarının da doğruları olması gerektiğini dayatmanın oluşturacağı fanatizmin sorgusuz ve eleştirisiz bir teslimiyeti beraberinde getirdiğidir. Kendilerini özgürlük alanları olarak kodlayan üniversitelerin ülkemizdeki üçüncü sınıf versiyonlarına baktığımızda, bilim adamı formasyonu taşıyanların, insanın var oluşundaki doğal hakları olan özgürlük ve adaleti, zaman dışı kalmış ideolojik egolarına göre tanımladıklarını görebiliriz. Oysa bütün kurumlar ve kuruluşlar doğal hukuktan kaynaklanan özgürlük tarzına göre kendilerini belirlemek zorundadırlar. Aksi takdirde insanın doğal yürüyüşüne yapılan müdahalelerin süreği, çatışma ve toplumsal kırılmadır.

       Modernist bir bakış açısı ile toplumun kimlik ve kişilik mühendisliğine yeltenmek, bütün parametreleri bir sömürge etkinliği olan modernizme göre dizayn etmek ve bunu da bir seviye olarak göstermek bu ülke açısından bir aşağınma doktrinidir.

Önceki İçerikErdemli ve İlkeli Bir Duruş
Sonraki İçerikMedeniyetler İnancın Eseri