Elbette ki sıcak olacak, elbette ki yanacağız, elbette ki bizden doğacak güneş, elbette ki içli bir türkü gibi yaşayacağız hayati. Yürüyünce de durunca da bir endamımız olacak. Gülümsediğimizde bağları çözülecek kargaşanın. Bakın biz gülümsüyoruz. Kimsede karşılığı yoktur bu tebessümün. Dillerimiz söylediğinde, her söylenmiş sözün arkasında duran bir yürek bulacaklar. Kızlarımız delikanlılarımız göğe koşar gibi, gök kuşağı kuşanır gibi yaşayacaklar. Dünya bu coğrafyada sükûn buldu. İnsanı ilk gören, ilk insan dokunuşunu hisseden, ilk kez insansı lezzetle haşr olan bir coğrafyadan bahsetmek, bu coğrafyanın üzerinde yaşayanlardan söz açmak dikkat ve rikkat isteyen bir terennümdür. Burası peygamberler atası İbrahim’in yürüyüşe geçtiği, adalet ve erdemle örülen kozadan yeryüzüne yaydan esenlik bildirisini dalgalandırdığı ilk kale! Bakışlarımızın keskinliği sonsuz toprakları tarayışımızdaki zerafetle kaimdir. Bak şurası ilk evimiz ne kadar da mütevazi ne kadar da insan: Kâbe! Orada kan damarlarımızdan çekile çekile yürüdüğümüz çöl… Asla ağlamadık Yemen burçları selamladığında bizi. Çünkü gözyaşlarımızı doğacak çocuklarımızın kundaklarına gömdük. Çünkü biz itiraz diliyle konuşuyoruz. Asla ağlamadık, düşmesin diye merhametin sancağı; Kafkas eteklerinde ayazın kamçısı yaladığında alnımızı. Çünkü gözyaşlarımızı yavuklumuzun koynunda emanet bildik. Yüreği öpülesi binlerce savaşçımız kahrın, ihanetin ve zulmün kol gezdiği neresi varsa orada karşıladı karanlığın bekçilerini. Böyledir, kimsenin ele geçiremediği devrimci ruhumuz. Elbette ki sıcak duracağız!

     Atamız İbrahim’in süreği şerefli bir milletiz biz. Rengarenk insanlık, ortak zaman, mekân, tarih, coğrafya, dil ve kültür evreni ile Beyt’ül Atik’te onurlu bir gelecek için yemin vermiş bir topluluğuz. Binlerce yıllık dünya zamanında, durduğumuz, duraksadığımız ve hatta yenildiğimiz bir sürecin içinden geçiyor olabiliriz. Üzerimizde nice soysuz hesaplar yapılıyor, birbirimize kem gözle bakmak için her türlü uğraşı veriliyor olabilir. Kendilerini dünyanın efendisi olarak kodlayanlar, bizler için yalnızca bir soluklanma anından başka bir değeri olmayan dünyayı kendilerinin cennet tasarımları için biçilmiş kaftan olarak görebilirler. Lüks ve şatafat içindeki yaşamlarım daha da üst düzeye çıkarabilmek adına, plan üstüne planlar, tuzak üstüne tuzaklar kuruyor olabilirler. Ama asla fark edemedikleri ve bilmedikleri bir şey var. Biz, geleceğin şafağım hazırlayanlar, iman ettik ki “Onlar tuzak kuruyor, Allah’ta tuzak kuruyor!” Doymak bilmez iştihalarının gelip dayandığı son nokta, içinde boğulacakları kocaman bir boşluk olacak. Bu, kendini sürekli kirleten, iğrençleştiren uygarlık, insanın geleceğine hiçbir katkıda bulunamaz, kaostan başka! Coğrafyamızda işledikleri cinayetler, yüreğimizdeki hıncı büyütmekten, faizleri daha sahici bir duruşa yöneltmekten, yüreğimizdeki hilali daha bir görkemli yapmaktan başka bir sonucu olamayacak. Bir gün mutlaka bir gün, bu tamahkar katillerle bir arada yaşamaya, bu, kendi çıkarından başka bir imam olmayan ifritlerle aynı havayı solumaya isyan ederek harekete geçecek vicdanı olan herkes. Tarihin sonunu ilan eden şeytan uygarlığı gerçekte kendi kazdığı çukura doğru yuvarlanmak için kendi zirvesine ulaştı. İçimizde dalga dalga yayılan öfkeyi ve bu öfkenin nelere kadir olduğunu çok iyi biliyorlar. Olağanüstü çabayla yürüttükleri enformatik saldırganlıkla kemale ermiş uygarlıklarının albenisini çocuklarımızın önüne sürüyorlar. Tıpkı bir Samoa yerlisinin dediği gibi; ” Beyaz adam bize ışık getirdiğini söylüyor. Elinde mum varmış. Beyaz adam, elinde mum tutup, kendisi karanlıkta olan biridir. Mumu gösteriyor, ancak amacı bizi kendi karanlığına çekmek!” Yeryüzünde tarih boyunca sürmüş bütün savaşlarda ölen insandan daha çok insanı bu uygarlık katletti. Yalnızca birinci ve ikinci dünya savaşında 55 milyona yakın insan bu katiller tarafından doğrandı. Kendilerini evrensel barışın havarileri, insan haklarının koruyucuları olarak lanse eden şeytan medeniyeti, muhteşem çöküşünün miladına geldi dayandı.

   Çok sıcak duracağız. Çok tedirgin bakacağız. Çünkü yeni bir tarih şafağına doğru akıyoruz. Bilgelik ve esenlik şafağına doğru. Bütün teorilerin, çözümlemelerin, istatistiklerin, bütün kurguların ve kurmacaların kaybolup gittiği bir ışığa doğru… Geri çekilmiş bir medeniyetin çocukları yeniden ve daha görkemli yürüyüşlerine hazırlanıyor. Bu sancı, dünyayı kasıp kavuruyor, kaos kendi yaratıcılarını yutarak tarihin çöplüğüne doğru yol alıyor. Çekildik, vuruşa vuruşa çekildik, ama gözlerimiz keskin, damarlarımızda kan devingen. Neden çekildiğimiz, nasıl geri döneceğimizi öğretti bize. Kafir kılıcı altında Endülüs’ü terk eden şairin çığlığı hayata çağırıyor bizi: “Ey kulları hakkın, kardeşsiniz, kardeş!” Ve biz de tüm küresel şarlatanlara inat cevap veriyoruz Cemil Meriç’in diliyle;

” Yobaz biziz En güzel tarafımızla biz.
Akıl devlerin değil, cücelerin silahı, inanç asildir.
Medeniyetler inancın eseri. Akıl mühendisleri yaratır, inanç kahramanları…”

Önceki İçerikSon Şeytan Düzeni
Sonraki İçerik“Modern Kafa” Üretimi