1. Böyle devam edeceğiz yürüyüşümüze; mülk ancak Allah indir. Mülkün üzerinde adaletin tesis edilmesi bunu yapanı insanlaştırır. Adalet, bir insan topluluğunun diğeri üzerine kanunlar ihdas etmesi ile gerçekleşemez. Mizan üzere olmak ilahi-doğal hukukun izleğini takip etmekle kaimdir. Yeryüzünü kirletenlerin arkalarında bıraktıkları düzenler ve kurguladıkları hukuk biçimi efendilerin-katillerin anlam dünyasının süreğidir. Özellikle kadim medeniyetlerin bölgesinde ortaya çıkarılan devletler ve bu devletlerin yapıları hainlerin tuzaklarından başka bir şey değildir. Uygarlığın öncüleri olarak topraklarımızı talan eden, bu talanlarını sürdürürken de halkımızı barbar olarak kodlayan ve adam edilmesi gereken yığınlar olarak gören anlayışın sağladığı bir düzen bu. Yapay sınırlar içerisine sıkıştırılarak ayrıştırılmaya çalışılan evrensel bir topluluk; ümmet, bu sınırların kutsallığı üzerinden birbirlerine düşürülmeye çalışıldı. Mülkün Allah’a ait olduğu ve üzerinde yaşayanların, Allah’ın adaletini tesis etmekle yükümlü, Allah’ın topluluğu olarak kodlandığı unutturulurcasına sürdürülen komplike bir çaba bu. Korkular üzerinde sürdürülen propagandalarla birbirine düşman edilen halklar, kendilerine giydirilen yapay etnik aidiyet şablonları üzerinden vahim hesaplaşmalara giriyorlar. Milliyetçilik adlı virüsün menbaı Batı, Avrupa Birliği adı altında “ümmetleşmeyi” teşvik ederken, özellikle coğrafyamızda etnokültürel hırsları kamçılıyor. Modern ulus devletlerin bölgemizdeki çarpık düzenlerine kutsallık atfederek, İbrahim! geleneği parçalamaya, küresel güçlere peşkeş çekmeye yönelik her argüman birer ihanet söylemidir ve kesin bir dille reddedilmelidir. İşte bize işaret: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” (Mumtahine suresi 4. ayet)

    2. George Orwell, alegorik bir biçimde ele aldığı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört isimli kitabında totaliter bir mekanizmanın, beyin yıkama, propaganda ve manipülasyon yöntemiyle kitleleri nasıl yönlendirdiği üzerinde duruyordu. Kitap aslında dönemin Sovyet sistemi eleştirisi olarak kabul edilmişti. Ancak bugün küresel düzeyde sürdürülen tek tipleşme ve benzeştirme politikası diğer bir değişle ‘küresel faşizm’ daha dikkate değer biçemler ortaya koyuyor. Adına piyasa ekonomisi denilen vahşi kapitalist sistemde insanı, insan olma değerlerinden arındırarak üretim- tüketim bandında ‘beşer’ seviyesine düşüren bir süreç bu. Arka planında fiili sömürge zihnini barındıran, kirli enformasyonla toplumları yönlendirerek kurulu sistem içerisinde tutan yapay, kurgulanmış bir dünyadan söz edebiliriz. Bu dünya, yeryüzünü her şart ve şekilde kendisine hizmet etmesi gereken bir unsur olarak gören, oluşturmaya çalıştığı cenneti için kendisinden başkasını yok kabul eden olgular bütünü

   3. Son yüzyıllar, har türlü disipliniyle Batı merkezli siyasal, sosyal ya da zihinsel algıyı yeryüzü halklarına sistematik biçimde uygulamanın tarihidir. Bu tarihin merkezini, insanlığın mükemmel temsilcüeri olarak Avrupalı ‘beyaz insan’ işgal ediyor. Beyaz insan kendisinden başkasını az gelişmiş ya da geliştirilmeye müsait yığınlar olarak ilan etti. Bunun için sosyologlar ve antropologların mercek altına aldıkları ‘ilkel toplumların nasd adam edileceklerine dair yayınladıkları ‘kutsal metinler’ ışığında vahşi bir saldın dönemi başlatıldı, vahşilikten arındırma politikası adına. Kendilerine benzemeyen, kendileri gibi tepki vermeyen ve kültürlenmeyen kimler varsa cebri bir biçimde boyun eğdirilmeli ya da yok edilmeliydi. Jenosit, soykırım, nazizm ya da faşizm birer Batı mamulü insafsız ve ahlaksız saldırganlığın kavramları olarak zamanın içerisinde yerini aldı. Bölgemiz özelinde yüzyıllardır birlikte kadim geleneğin süreğinde ve adaletin gölgesinde yaşayan halklar dil, din ya da ırk fitnesi ile birbirlerinden ayrıştırılarak düşman kamplara bölündü. Aralarına sokulan yapay husumetler sonucunda takatleri kesilince, Batılı efendi ya da kadim tabirimizle ‘ecnebi’ hiç zorlanmadan gelip kibirli hakemliğiyle hükümler irad etmeye başladı. Ve ümmet olarak yeryüzünde önemli bir değer ifade eden bizler adaletine tabi olduğumuz efendilerce çizilen yapay sınırlar içerisinde aşağılanmış, bedbaht düşürülmüş topluluklar olarak güdülmeye hazır hale getirildik. Hayat tarzımız, anlayışımız ve geleceğe bakışımız yeniden tahkim edildi. Mekteplerimizde çocuklarımıza okuttuğumuz kitapları yazanlar öncelikle üstün ve ileri beyaz adamın genelde dünyaya özelde bizlere sunduğu nimetleri saymakla başladılar işe. Bunu yaparken de bilimin evrensel olduğu ve bütün insanlığın ortak malı olduğu yalana başvurdular. Bu öylesine sağaltılmış ve bilimsel yöntemdi ki insanlarımız kendilerinin ne denli ilkel ve işe yaramaz topluluklar olduğu ve mükemmel batının bizler için hazırladığı değerlerin bizi kurtuluşa eriştirecek yöntemler içerdiği yutturmacasına iman edercesine sarıldılar. Değil bilgiyi, insanımız Avrupa’dan gelen çerezi hile büyük bir kutsallıkla ve hayranlıkla karşılar hale düşürüldü. Bu şeytani efsun hayatımızın her alanını ele geçirmeye başladı. Çocuklarımız mavi gözlü sarışın oyuncaklarla oynamaya, onlara öykünmeye ve kendilerini onların dünyasında kurgulamaya adandılar. Bütün bu olanların belki de en tehlikelisi, batılı kafa, hakir gördüğü ve aşağdadığı, bir dönem vahşi saldırganlığı de kanını döktüğü, sonraları ise daha sağmal bir biçimde örgütleyip yönlendirdiği kendisi dışındaki toplumların içerisinde kendine körkütük aşık aydınlar, bdim insanları, sanatçdar ve yöneticiler inşa etti. Bu içerden oryantalist öbekler, Edward Said’in deyişiyle Batı tarafından icat edümiş Şark modelinin içerisini doldurmak için çok boyutlu faaliyetler yürüttüler. Onlara göre toplumun genetiğini oluşturan değerler dönüştürülmedikçe asla arzu edden sonuç alınamayacaktır. Genetiğin en önemli öğesi ise dindir. Dinin hayatın dışında tutulması, yaşamımıza anlam kazandıran her türlü kavramın yeniden içeriklendirdmesi ve konumlandırdması ile mümkündü. Kavramlardan yola çıkdarak başlatılan inşa süreci, köklerimize yabancdaşarak her türlü enformatik kirliliğe açık hale gelmemize neden oldu. Savunma reflekslerimizi körelten böylesi bir sürecin farkında değdsek ve bu savrulmayı iyi okuyamıyorsak ‘zelil’ bir geleceğin bizleri beklediğini bdmemiz gerek.

Önceki İçerikEskilerin Masalları
Sonraki İçerikTutunduğun Dalı Bırak!