Gelelim sana; senin başeğmez bir adam olacağın çocukluğundan belliydi. Sen kalk ilkokul sıralarında dergi çıkart. Ders yerine gizli gizli kitap oku. Sonuçte olacağı budur tabii. Kafana koyduğun işten başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen bir adamsın. Rahatsız bir adamsın vesselam. Konuşmayı bitirmiş. Ama asla dergi çıkarmayı ve yazı yazmayı bitirmeyecek morgun son delikanlısın.

Yaşımız kırkı geçti. Dergi de öyle. Yüreğimizden sevgi katarlar geçer ve biz geceye bakarak umutsuzluğa düşmeyiz. 1998 yılların başlarında çıkmaya başlayan bir derginin, Şairin “Yaşım 40, her şeyi gördüm, içim rahat.” Deyişindeki anlamla yola çıkan bir dergiyi konuşalım istedik Ferhat kardeşimle. Bu 40’ın anlamını merak edenimiz çoktur. Geleneğimizde kırkın ne anlamı var? Aynı zamanda bir tarihçi olarak neler söylemek istersin?

Bekleyeni olan insan nasıl bir insandır? Bunun tedirginliği biraz da hayatımıza yön veren, gittikçe sıradanlaşan, renksizleşen ve aynileşen bir dünyayla yüzleşmek isteği yola çıkmamızın en önemli nedeni belki. Yolcu bir dergi olarak tasarlandı lakin bir söz söyleme biçimini sürdü insanların yüreklerine. Zincirinden boşanmış bir aklın dünyayı algılayış biçimiyle, akleden bir kalbin dünyaya bakışı arasındaki derinliğe işaret etti. Elbette ki ikincisi tarzımıza, yaş aralığımızı ve çizgimizi belirleyendir. Yolcu dergisi tarafsız bir dergi değildir… Ortaya koyduğu argümanlar, içinde bulunduğu istikamet, kalbi olan bir dünyadan hareketle oluşturulmuştur. Hiçbir dem umutsuzluğa düşmememizin sebebi de budur. Umut ile korku arasındaki bir stresten söz ediyoruz biz. Bu ayni zamanda var oluş dengemizdir. Algılarımızdaki dengelerin altüst oluşları yasadığı bir zamana denk düşmemizin sancısıyla yürüyoruz.

En güzel söz söylenmiştir. En güzel söz rehberimizdir. Bu en güzel söze yakınlığımız ya da uzaklığımız rengimizi ve duruşumuzu ele verir. Damarlarımıza sürülen bu söz bizi olgunlaştırdı. Kırklara getirdi. ‘Ol’ dendiğinde olduk biz ve bir kutlu sözün tedrisine talip olarak olgunlaşmaya çalışıyoruz. Geleneğimizde ki 40’ ında buna işaret ediyor. İnsanın dünyadaki serüveninde önemli işaret taşlarından biri olarak görülür bu sayı geleneğimizde. ‘Kendine yönel, kendini yeniden yargıla, yaptıklarına, yapmak isteyip de yapamadıklarına göz at. Bilincindeki tortuları ayıkla, hayata bakışını yeniden tertip et!’ bu kadar!

Sağında ve solunda birilerinin olmadığı, birilerine yaslanarak ezik yürümek zorunda kalmayan, dostlar yüreğinden beslenen hır- çın, Öfkeli ve dik olarak tanımladığımız bu dergi nasıl doğdu?

Bu coğrafyayı iyi tanımak gerekiyor. Türkiye dendiğinde dünyadaki her hangi devletten söz etmiş olmuyoruz. Burası kadim topraklardır ve bu topraklar, üstünde yasayan insanına rengini vermek ister. Batılı bir kafa ya da batıcı bir kafa, oryantalist bir bakış asla bunu anlayamaz, adlandıramaz. Bu toprakların damarlarında erdem, onur, vefa ve vicdan el ele dolaşır. Genlerimizi oluşturan değerler sistemiyle barışık olmayan, uyumlu olmayan ne varsa toprakların derinliğinde erir gider. ‘Söz ‘ün istikamet aldığı ilk dünya yeridir yaşadığımız coğrafya. Antropolojik şarlatanlıkların değerler sistemimizle yüzleştiklerinde ne kadar komik duruma düştüğünün farkında olmak… Her rengi ve her tarzıyla insanımızla ortak bir değerde buluşmak… Yolcu bu aidiyeti bilerek başladı yürüyüşüne. Edebiyat kuleleri inşa etmedik. Bunun için kimse bize geç bu edebiyatı diyemedi. Bir şeyler söylüyorduk ve muhatabımız buna kulak kesilme ihtiyacı duymak zorundaydı. Çünkü bir hesap üzere değildik. Çünkü hesaplar üzerinde bir hesaba tabiydik. Bunun içindir ki ‘biz söz dergisiyiz’ dedik. Dinle ve en güzeline tabi ol! Dinle ve gerektiğinde isyan et!

Asırlardır kitap geleneğine, edebi birikimimize rağmen usta çırak ilişkisiyle yetişen nesiller, mektep olan dergiler, kitabevleri yerine hızla bir iletişim teknolojisine uygun düşmüş bir piyasa var. Piyasa denir mi, o ayrı konu ama artık okulları var. Biliyorum ben hala kitap kokluyorum. Yolcu’nun böyle bir sıkıntısı var mı?

Sen de iyi biliyorsun ki abi bu dergi veriden hareket etmez. Bir iddiamız var ve bu iddianın merkezi de doğal olarak biziz. Piyasa dediğimiz şey çözülmeler çukurudur. Teknolojinin getirmiş olduğu hız, başkasının kuralların belirlediği bir piyasayı öngörüyor. Burada insanın yalnızca tabi olması gereken bir nesneden farkı kalmıyor. Bilgi edinimlerine bakalım. Tadı damağımızda kalan, içselleştirdiğimiz ve yaşamımıza anlam katan bir edinim değildir bu.

Ucuz, kolay ve servis edilen bir edinimdir. Arama motorları kanalıyla tamamen sentetik bir biçimde önümüze konulan bu tür bilgi, içi boş ve hikmetten arındırılmış bir bilgidir. Dokunup kokladığın, yani sıcaklığını hissettiğin ve algılarını daha da anlamlandıran şey; kitap.

Yolcu’ya baktığımızda büyük dersler, tezler hazırlamıyor. Akademik bir kaygısı yok. Şehrin işlek caddesine çıkıp çok güçlü sloganlar atan bir militan ya da modernitenin sorun dediklerine gülüp geçen bir delikanlı, daha da çok kervan katiller tarafından yağmalanmasında kızgın bir adam. Tabii ki bütün bunlar ciddi bir duruşla harmanlanıyor. Yazıları seçerken nelere dikkat eder bu dergi?

Geçen zaman içinde derginin kendisine ait bir dilinin oluştuğuna inanıyorum. Bunu da mesel dili olarak adlandırabiliriz. Aforizmik bir üslup… Uzun metinlerden, ağdalı dilden kaçınmamız gerekiyor. Ne söylediğinin ve bunu nasıl söylediğimin farkında olan metinler… İki bölüm olarak tasarlıyoruz dergiyi. Birincisi ana konseptimiz ki, Okuyucuya direkt seslendiğimiz, seyir defteri, istikamet, yenilgi, heybe gibi bölümlerimiz -ki okurun her sayısında merakla ve büyük bir arzuyla beklediği yazılardır bunlar- . İkincisi ise kısa öykü, deneme, şiir ve eleştiriye uygun görsellikle okura sunulması. Gönderilen çalışmaları değerlendirirken, gerçekten de bir kaygının ürünü olup olmadığına bakıyoruz. Temiz, anlaşılabilir bir Türkçe, sağlam cümle kurgusu başat göstergeler bizim için.

Elbette kaygılarımız var. Nerde ve nasıl bir durumda olursa olsun berrak bir geleneğin iz sürücüsü olarak ses vermeye gayret ediyoruz. Kapaklarımızda küllendiğimiz cümleler okuyanın içinde var olan ama dile getiremediği güzelliklere sâridir bir bakıma. Kendine dikkat et diyoruz kısacası, bulunduğun hali sorgula. Sana yutturulmaya çalışılan evrensel yalanların ötesinde sana doğru gelen ‘esas’ bir duruş var. Bunun farkına var. Kaç kez vuruldu bu kervan kaç kez yağmalandı ve tüketemedikleri, bitiremedikleri bir şey var, farkında olmalı: bekleyen bir bilinç…

Verili bir dünyanın anlamayacağı ve algılayamayacağı bir dil kullanıyorsunuz. Muhatabımız kimler, hesabı ve rezervi olmayan bu derginin?

Bu önemli. Özgün iradesi yok edilmeye çalışılan bir toplumda yaşıyoruz. Renkleri, tatları ve kokuları küresel efendilerin beğenisi doğrultusunda içselleştirmeye uygun hale getirilmiş insanlar. Dünyayı kasıp kavuran estetize edilmiş, sağmal hale getirilmiş bu Vandal kuşatma, inancımıza ve tutkularımızı modern dünyaya uyumlu hale getirebilmek için anlam dünyamızla oynuyor. Kelimeleri ve kavramları dönüştürüyor, yeniden üretiyor ve kendine ait bir tanımla pazarlıyor. Anglosakson vahşiliği kendine ‘özgürlük satıcısı’ olarak piyasa bulabiliyor. Bir örnek; Doneleri profesyonelce oluş- turulmuş bu küresel tertibin göstergelerinde ‘Müslüman’ tipinin karşılığı nedir? Müslüman tipi terörist ve tiksindirici bir tiptir. Ve nerde olursa olsun karantina altında tutulmalı.

Global köy dedikleri yeryüzünü sentetik mekânlar haline getiren yaşam alanlarında ‘kuralların efendileri’ çatlak ses istemiyor. En basitinden söyleyeyim ki örneğin damak tadı olarak CocaCola’ya alışmamış bir insan çatlak bir sestir, Coca Cola’yı, sorgulamaya başlayan insansa dikkat edilmesi gereken tiptir. Kendi ellerimizle evlerimizin baş kösesine kondurduğumuz televizyon denilen alet çok önemli bir gösterge bence. Bu minik tapınaklardan ailelerimizin zihnine akıtılanlara bakalım. Nerde gülünmesi gerektiği, ne zaman ağlanması ya da öfkelenmemesi gerektiği, neye nasıl tepki verilmesi gerektiği bu minik tapınaklar kanalıyla sürekli şekilde beynimize enjekte ediliyor. Kutsanmış birer tür olarak sokaklara dağıldığımızda zihnimize akıtılan veriler, davranış kalıplarımızı oluşturmaya başlıyor. Varoluşumuz virgüller üzerine kurulu, aradaki boşluklar bizi dönüştürücüler tarafından dolduruluyor. Ve insanlar sanrılar üzerine yaşıyor. Bu gerçek, doğru bir gerçek değil bunu biliyoruz.

Taşrada dergi çıkarmanın zorluklar yanında güzellikleri nelerdir? Taşra ne yana düşer bu dergide?

Taşra ya da değil, profesyonel bir kadroya sahip değilseniz, bu işler birkaç kişinin üzerinden yürür. Yolcuda olduğu gibi bir kişinin üstüne bile kalabilir. Artık ne kadarına nefesi yeterse o kadar yürür O da. Birçok kişi bu derginin İstanbul’da çıktığını sanıyor. Önemli olan titiz ve hakkını vererek çalışmak. Çok iyi biliyorum ki bu dergiyi tasarlayan, bu dergide ürün yayınlatan kadar estetik kaygılarla hareket ediyor.

Metropollerde yayın hayatını sürdürüp de hala kentli olamamış bir- çok dergi biliyorum. Bu iş biraz da anlayış, estetik ve duruş meselesi. Naif kaygılardır önemli olan. Taşra bir tarafa düşmez bu dergide. Taşra ancak yücelir. Yolcu’nun güzelliği Hakkâri’nin bir köyündeki bir ilköğretim okulu öğrencisinin yüreğimize kadar dayanan silik mektubunun içinde saklıdır.

Kırkına ulaşmış bir dergide biriken ürünlerin kalıcı olması noktasında bir projeniz var mı? Yolcu kitaplar mesela.

Evet. “Üç vakte kadar kitap” parolasıyla Yolçu kitapları yakında okurunun kapısını çalacak. Sıddık Akbayır’ın okurun da yakından bildiği bir dil ve anlatımla ortaya koyduğu çalışması yakında kitapçılarda olacak. Ardından -yılbaşına yetiştirmeye çalışıyorum-benim deneme ve öykülerimi içeren diğer bir çalışma, yine Mustafa Karaosmanoğlu’nun şiirlerinden oluşan şiir kitabı peşi sıra gelecek. Bunun yanında dergide yayınlanan kısa metinlerden oluşan sır ve öykü kartlarının hazırlığına başlayacağız. Okurumuz elimizden tuttuğu sürece ona daha çok güzelliklerle geri döneceğiz. Bir de senin yaptığın söyleşilerin bir kitaplaşması var ki, o da senin bileceğin bir konu. Yani çok işimiz var çok.

Sürekli insani olana vurgu var. Nedir insani olan, olmayan? Özgürlük, adalet ve erdemli bir toplum yürüyüşü şeklinde özetlenebilenden kastımız nedir?

Allah’ın adıyla başlayıp, insanla sonlanan bir kitap ile muhatabız. Bu kitap hayat kaynağımız. Gidip sormalı bu kitaba insan nedir, insani olan nasıldır? Diye. Alacağımız cevap tedirginliğimizi ele verir. Eşyanın ve olguların kuşatıcı, güdükleştirici baskısından sıyrılarak kendini dönüştürebilen bir özgürlük alanına vurgu yapmaya çalışıyoruz. Yeryüzünde basit bir nesne olmak köleliğinden, onurlu bir yaşam için harekete geçmek erdemine olan inancımız, duruşumuzu belirlemeli. Yaşam algılarımız, haramilerin soyup soğana çevirdiği kavramlar eliyle değil, bu derin coğrafyanın ve tarihin bize emanet etmek istediği anlamlar kanalıyla dönüşmeli. Değişim ancak kendi kodlarımıza tutunarak meydana geldiğinde sahici bir karşılık bulur. Yoksa değişimden kasıt imaj tazelemekse bunun yürüyüşümüzde sağlıklı bir kar- şılığı olmayacaktır. Şuna inanıyorum ki bu toprakların insanı, kalbinin bir köşesinde üstü küllenen sahih değerlerle yaşıyor. Yolcu’da sesi yettiğince bu değerlere sesleniyor.

Bir de edebiyatın misyonu nedir? Yolcu dünyanın çivisini çıkaranlara, çiçek böcek edebiyat yapmadığı kesin de. Oldubittilere takınılan tavrı merak ediyordur okuyucularımız.

Misyon, vizyon kavramları şu sıralar soğuk resmi söylem argümanları gibi geliyor bana. Yolcu dergisi salt bir edebiyat dergisi değil tabi. Bu dergi ‘söz’ dergisidir. Yani başımızda, çevremizde olan bitene en güzel kar- şılık nasıl verilebilir? Bir bakıma budur derdimiz. Okurumuza nefes alacak, kalbinin sesini dinleyecek parantezler açmalı diye düşünüyorum. Hesapsız bir gülümsemeyle sahici bir gözyaşının izini sürebilelim istiyorum. Sıradanlığın, çıkar hesaplarının, profesyonel çarpıtmaların ve popülist indirgemeciliğin kasıp kavurduğu bir dünyaya karşı direngen bir yanımız, bilgece duruşumuz olsun istiyorum. Dünya dediğimiz şey zaten çivisi çıkmış olarak yaratıldı bence. Dünya özü itibariyle bir varlığı, kendisine ait olmayan bir varlığı kendileştirmek istiyor. Cennette yaratılan cennete ait olana bir varlık olarak insan dünyaya düştüğünde, kalkacağı, doğrulacağı ve yükseleceği değerlere sahip, değerlerin farkında değilse bak işte orda; esfeli Safilin! Zaten bütün kepazelikler de orda olup bitiyor.

Sonra edebiyat, iktidar bağlantılarına bakışınızı sorsak. Gerçi bu soruyu Mustafa KARAOSMANOGLU’n a sorup, kaçmayı isterdim ya…

Evet, tam da Karaosmanoğlu’nun söz alanı bu. İnşallah onunla iyi bir söyleşi yaptığında okur da bilir böyle bir deryanın bu konuda ve başka konularda neler söyleyebileceğini. Söz tüm zamanların iktidarıdır Ahmet abi. İktidar olarak bilinen şeyse, bir dünya yanılsamasıdır. Bu toprakların üzerinden çok devletler, rejimler, iktidarlar gelip geçti. Ama bu topraklar her dem sözle sükûn ve sükût buldu. Hayat dediğimiz şey güçte ve kudrette değildir. Hayat dediğimiz şey sözün içinde mündemiçtir. Çünkü sahih söz kalbin efendisidir. Kalbin sahibi ise Allah‘tır.

Son olarak zafer; yenile yenile nasıl büyür? Ya da yenilgi sayfasının hikmeti nedir?

Yenilgi sayfası benim düşüncemdi. Birkaç sayfa daha artırmak kavlindeydim hep, ama olmadı. Şöyle ki en güzel yenilgileri henüz tatmadık. Su an dünyaya dalmış durumdayız. Zarifoğlu’nun deyişiyle;’ tezeğe konan sinekler gibi…” Hiçbir ayarımız yok, hiçbir şeyin farkında değiliz. Cümlelerimizi kurmaya başlamadık. Henüz mektubun ucunu ateşe vermedik. Yüre- ğimize kor düşmeye başladığında anlayacağız yenilgi nedir ve nasıl hayata hazırlar insanı? Matriks filminden söyle bir cümle kaldı aklımda; ‘Gerçeğin çölüne hoş geldiniz!’ Henüz hiçbir şey başlamış ve hiçbir şey bitmiş değil. Çünkü hiçbir şeyin farkına varmış değiliz. ‘Galiptir bu yürüyüşte mağlup!” demine gelmedi bilincimiz. Çelinmiş bir akılla elde edeceğimiz şey, aklımızı çelenlerin bize lütfettikleri kadardır. Değerlerden arındırılmış bir akılla tasarlanmaya çalışılan bir dünyanın saldırısı insanlığı şaşkına çeviriyor şu an. Yenilginin hikmeti, onurlu yenilmek nasil olur, bu sorunun içinde… Düştü- ğümüz yerin neresi olduğunun farkına varmanın içinde…

Yazar, Editör, Aktivist. Yolcu ve Kent Kültürü Dergilerinin Genel Yayın Yönetmeni. 1966 Trabzon doğumlu. KTÜ Tarih mezunu. Deneme ve öykü türlerinde kitaplar yazdı. Bunların bir bölümünde Ferhat Kalender imzasını kullandı kısa adı SİYAH olan Samsun İnsani Yardım Hareketi’ni kurdu ve 4 yıl başkanlığını yürüttü“Benim Adım Kudüs” programı koordinatörü ve konuşmacısı olarak 100’ün üzerinde yerleşkede çalışmalar yaptı.

*ESERLERİ:
Ferhat Kalender Adıyla: Morgun Son Delikanlısı, Yol ve Kavil, Kara Yazılar.

Ömer İdris Akdin Adıyla: Gerisi Hikaye (Öykü), Herkes Değilsin (Öykü), Hasar Tespiti (Deneme)

Önceki İçerikMEHMET AYCI
Sonraki İçerikAHMET USTA