Yaşadığımız günler, bir önceki devletimiz olan Osmanlı’nın son zamanlarında ortaya çıkan komitacı paradigmanın her zamanki gibi içeriği boş ve hayal ancak dışardan bakıldığında görece biçimde kristalize edilmiş çıldırışına şahitlik ediyor. Tanrısal tonlarla sürdürmeye çalıştıkları egemenlik erkine kendilerinden başkasının (örneğin halkın) talip olmasını cüretkarlık olarak kodlayan bu anlayış biçiminin yükselttiği söylemlerin ortaya çıkardığı reflekslere bakıldığında nefreti ve saldırganlığı görüyorsunuz. Korku üzerine inşa edilmeye çalışılan ve içerisinde umut, gelecek, özgürlük gibi insansı kavramlar bulunmayan bu kaba ve dar bakış açısı, ülkemizi içine kapanmaya, üzerinde yaşayanları birbirleriyle çatışmaya davet ediyor. Toplumun geriliminden beslenen bu ur, soğuk savaş reflekslerini ulusalcılık milliyetçilik- benden başkası cehennemdir algısıyla revize ederek, 19. yüzyıl pozitivizminin sığ ve tek düze mantalitesini genel geçer ilan ediyor. Çok seslilik, renklilik gibi toplumun yapı taşları olan simgelere karşı savaş ilan ediyor. Ülkenin ortak değerlerini tekeli altına alma gayretleriyle ötekileştirdiği büyük halk kesimlerine sataşıyor, yığınlar toplayarak kendi Hitlerini aramak histerisiyle hareket ediyor ve bu kadim topraklar, derinliğiyle başat yükselttiği ufku kaybetmeye zorlanıyor. Gücün ellerinden kaydığına şahit olanlar, yıllardır acımasız bir tasallut ile halkının üzerine gelenler, birinci sınıf mevkilerinde üst perdeden sol söylevlerle arzı endam edenler, gerçekten de halk kimdir, halkın çocuğu olmak nasıldır, onlarca yıldır damlaya damlaya maya tutan özgürlük bilmemin karşılığı nedir, sorusuna sahici ve yürekten cevap verenlere yönelik şaşkınlıkla karışık nefretlerini kusmaya çalışıyorlar.

     Kavramların içini boşaltıp ikballerine uygun anlamlar yükleyerek etimolojik faşizmle gemilerini yürütmeye çalışanların, tarihin belli evresinde donmuş zihnileriyle yükselttikleri dogmatik palavralarına alıcı çıkmayınca nasıl da benden sonrası tufan’ refleksiyle hareket ettiği günlere şahitlik ediyoruz. Bu ülke, çocuklarını kamplara ayırarak keyfedenlerin, çıkan/çıkacak çatışmaları ‘iti ite kırdırmak’ olarak adlandırıp bu toprağın geleceğine ‘it’ muamelesi yapmalarını itina ile kaydediyor. Yıllardır batıcı jargonla batıklarla iş tutanların bu günlerde işin ucu kendilerine dokununca tüm ilkelerini reddederek beslendikleri batının çanağına tükürdüklerini keyifle seyrediyoruz. Tanrılarının ihanetinin acısını tepeden baktığı ülkesinin çocuklarından çıkarmaya kilitlenmiş bu organizmaya ‘itirazın dili’ni, bu kutlu dili, yürüdüğümüzde bizimle birlikte seyrü sefer eden gökyüzünün dilini, dokunduğumuzda soylu anlatılarını damarlarımıza süren bu toprakların dilini hatırlatmanın vakitlerine erdik şimdi. Biliyoruz şaşıracaklar. Çok şaşıracaklar. Boğayla ilişkilerini vahşi determinizmle, insanla olan ilişkilerini pragmatizmle koyun koyuna kurgulamaya iman etmiş bir zihne, aşktan adaletten ve merhametten söz düşürmek aptallaştıracak onları. Yaşam çizgileri sürekli çatışmaktan nemalanma üzerine kurulu, bu toprakların çiçeğine, ağacına, dağlarına, türküsüne yabancı, hayatlarının hiçbir gününü nahif bir şiir inceliğinde yaşamamış olanlar sahici sorular soramaz, hiçbir soruna derman olamazlar.

Saygıdeğer Okur!
     Sözün yürüyüşüne verdiğiniz içten desteğiniz için teşekkürler. Hayatı derinliğimizden yola çıkarak yeni bir anlama biçimiyle tarayışımıza yaptığınız katkılar için teşekkürler. Gözlerimiz gözlerinize dokunduğunda içimize düşürdüğünüz serinlik için teşekkürler. İçimiz titrediğinde, kalbimiz hüzün atlasına dönüştüğünde nerede olursanız olun, evinizde, sokağınızda, kasabanızda ve köyünüzde… bizlere gönderdiğiniz kutlu selamlar/esenlikler için teşekkürler. Çok az dergiye nasip olan kadir kıymet bilirliği bizimle paylaştığınız için teşekkürler.
Kalplerin sahibi kalbimizi bırakmasın. Kalbinizde kaim güzel kalın.

Önceki İçerik“Modern Kafa” Üretimi
Sonraki İçerikMedeniyet Çöküşü