Senin üslubunca didikleyici ve biraz da saldırgan sayılacak bir soruyla girelim, yazarlık, yazmak senin için ne anlam taşıyor? Bir tutku mu, yoksa bir çeşit varoluş biçimi mi?

– Güçlü bir vücudum olmadı, karate kursuna bile gittim, ama ömrüm futbolla geçti, sonra bıçak, silah gibi aletleri yıllar boyu taşıdım, sonra çok korktum bu aletlerden, kavgaya gelince bodoslama kavgayı çok severim ama, artık ağzımdaki dişlerin yarısı protez ve bana şimdiki maliyeti seksen milyon, ve artık yara, faça almaktan ödüm kopuyor, neden bilmiyorum, artık korkuyorum, geriye sadece yazı yazmak kalıyor, kavga etmenin estetik, edebi bir biçimi görünse de, ben edebiyatı ‘araç’ olarak kullanıyor, intikamımı alıyorum, tekme-tokat dövüyorum bu yalnız dolu dolu küfür etmek değil, derin siyasal, sosyal mevzuları onlardan daha iyice çözümleyerek onlara benim bu işi daha iyi yaptığımı gösteriyorum. Yani, o okumuş piçlere gereken cevabı veriyorum. Bu iş için çok antrenmanlıyım, koca koca tefsirleri, hadisleri aylarca evimden çıkmadan satır satır okudum niçin, kendini bir şey sanan bu köle ruhlu sünepelere gereken cevabı verebilmek için…

– Estetiğin gerekliliği ile yazarın özgürlüğü ve sorumluluğu arasında bir çatışma olasılığı her zaman var. Bu çatışmanın bugünkü edebiyatı nasıl etkilediğini düşünüyorsun? Yazar olmanın dayanılmaz hafifliği karşısında edebiyatın sahici temellerini yitirdiğini ve yabancılaşma süreci ile motive olduğunu düşünüyor musun?

– öyle bir çatışma olduğu zaman yazar olmaz, metin olmaz Özgürlük ondan da zor! Yazıp fırlatacaksın, ağladığın, sızladığın, dövündüğün, haykırdığın günler, dakikalar kelimelere geçecek, kelimeler sokağa dökülecek, o duygular sokakta, insanlar arasında kendi fakültesine girecek, tekrar eğitilecek, tekrar duyacaksın. Yabancılaşma ve sahici temellerini yitirme mevzuu, bütünüyle yazarın duruşuyla ilgili. Ülkemiz yazarı ‘duruşunu’yitirdi, başkası gibi, hatta yazar gibi durmak istiyor, poz veriyor, okumuş gibi davranmak istiyor, olmuyor. Bir yazar ne cahilliğinden utanır, ne bilgisiyle tafra atar, ne de bir başkasına öykünür, yok bunlar! Bugünkü edebiyatımız ‘imaj sorusunu’ etrafında gelişiyor, reklam, görsel malzemelerle ilerliyor. On yıl önce çok üzülüyordum, şimdi değil, afranın tafranın ömrüde o kadar oluyor, edebiyat öyle bir şey ki, satrançta taşı yerine kendisi kor, hiçbir eleştirmen onun yerini değiştiremez…

– Sen kendini yazdıklarının neresinde görüyorsun? Nihat Genç kendi yazılannın bir kahramanı olarak görülebilir mi? Daha doğrusu yazılarıyla kendini var eden, kendini arayan, bunun için de yazılarının ortak kahramanı olarak öne çıkan bir Nihat Genç’ten bahsedebilir miyiz?

– Ben kendimi ‘gerçek’ bir yazar olarak görüyorum, gerçek bir yazarım diyebilmem için çok çalıştım, çok dikkat ettim, hile hurda karıştırmadan. Ve beni bir ideoloji sunmadı, medya sunmadı ve beni bir arkadaş grubu, edebiyat çevresi takdim etmedi. Ben, kendi kendime yazar oldum. Ben bu tarzımın hayranıyım, bu huyumu pek sever, butavrımla hava atar, herkesin de havasını bozarım, çünkü ben, soylu edebiyatın gereklerini harfiyen yerine getirmek için ömrüm boyu okunmamayı, kovulmayı göze aldım ve bunu yaptım, kimseye abi demedim, kimsenin dergisinden lütuf istemedim, kimse elimden tutsun istemedim İşte, bu anlamıyla kahramanım, öncelikle ben yazdıklarımın işte böyle biryerindeyim. Sonra, gün gelecek bugünkü eş-dostlar-ideolojiler-medyalartaraf tutmalar bir yana gidecek, kaybolacaklar, o zaman çırılçıplak kalacak ‘yazdıklarımız’, yani ‘metinlerimiz’, o zaman anlarız…Sorunun son cümlesine cevabım ise şudur: Her yazar yazdıklarının ortak kahramanıdır, bundan soyutlanamaz.

– Protest bir üslup, kendini dizginleyemeyen, yakası bağrı açık bir anlatımın var yazılarında. Bu bir kişilik mi, ya da bir tür bireyselliğini gerçekleştirme/ayakta tutma yolu mu? Yoksa topluma/dünyaya dönük bir söylem tarzı mı? Dilindeki hırçınlık ve öfkeyi bir karamsarlığın dışavurumu gibi görmek mümkün mü?

– Hırçınlık, öfke, bağrı açık bilmem ne, beni anlatmaz, beni on metre uzaktan okuyan ancak böyle bir şey görebilir, yani kolaydan, çabucak anlamak isteyen söyler bunu Yaşadığımız topraklar üstünde eserlerinde en çok ve en çeşitli sokaktan kahramanlar bulunan bir yazarım. Yani neredeyse üç-beş sene daha yazsam, hiç kimse benim kadar sokağı yazmadı diyebilirim, ben sokağı yazıyorum, sokağın yazarıyım, sokakta insanlar ne konuşur? Ne anlatır? Onların bu üslubu benim üslubum oluyor! Sokaktaki bu insanların dünyasına, yani bu yeraltına kimse kulağını dayamıyor, duymuyor, ama üslubun neden öfkeli deniyor? Yılmaz Güney’in Duvar filmini de ukala eleştirmenler çok sert bulup eleştirdiler. Peki neden “Duvarda anlatılan sübyan kovuşuna bir kez olsun girip, bu adamın söylediklerine bakmadılar! Çünkü sübyan kovuşuna bakarlarsa, kendi siyasi duruşları bozulur. Sokağa bakarlarsa kendi ideolojileri su alır, simleri dökülür! Bir yazar ulan ibneler diye bir başlık atamıyorsa, onun yazarlığından şüphe duyarım, ulan ibneler diye yazar bağırmayacaksa, kim bağıracak, kim cevap verecek, kim yüzlerine tükürecek. Bu ülkede yazarlığı bir takım edebiyat dergileri köşe minderlerinin süsü gibi anlamış, anlatmış. İğreniyorum bu edebiyattan Edebiyattan kitlelerin nefret etmesinin sebebi de budun Yani şu muhafazakar edebiyat dergilerindeki şiirler, hikayeler, nedir bunlar, dünyadan bihaber, zavallı metinler, utanılacak, aşağılık düzeyinde denilecek kadar basit metinler!

– Yazar olarak bireyselliğine ilişkin bir soru daha: Romanların ve yazılarında iki Nihat Genç görülüyor. Genel olarak bakıldığında geçmişle hesaplaşmanın yanı sıra yeni bir birey olma çabası görülüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?

– Yeni bir bireyden ne kastediliyor anlayamadım, yazar, başından beri bağımsız, kendine yeten bir insan olmak ister. Benim tek bir derdim vardır, bağımsız, kendine yeten bir insan olmak, gerisi hikaye. Bağımsızlığımı ya da kendime yetmeyi kaybedersem, asla sürdüremem yazarlığımı.

– Belli bir okur kitlesi olan ender romancılardan sayılırsınız. Kanaatimce bu okur kitlesini ilk kitaplannız Dün Korkusu, Bu Çağın Soylusu ve Hakan Albayrak’la çıkardığınız Çete dergisi, ve birazda Ofli Hoca’ya borçlusunuz. Bu popülerleşmeden memnun musunuz?

– Ben herkesle kavgayı göze aldım. Ben okuyucuya kimseye muhtaç olmadan yazılabileceğine gösterdim. Yaşadığımız bu çağda, bağımsız bir yazar olmak gibi bir değer, eserin kendisi kadar önemlidir. Okuyucu da eşşek değil, görüyor…

– Postmodern bir çağda yaşadığımız söyleniyor. Hemen hemen her konu postmodemizmle ilişkilendiriliyor. Sizin romanlarınızın ve yazılarınızın da postmodern anlatı türünün ülkemizdeki ilk ve en yetkin örnekleri olduğundan söz ediliyor. Hatta bazı yazarlar sizi O. Pamukla kıyaslıyor. Edebiyattaki postmodernist harekete nasıl bakıyorsunuz?

– Kim kıyaslıyorsa halt ediyor, kahve konuşmalarında bu haltları yiyenler var Bu eserlerin kendisi değil; bu halt ediş, postmodern bir durum olabilir. Ben hiçbir şekilde bu görüşlere katılmıyorum, mesela, Orhan Pamuk’un son romanları değil, ilk romanı Cevdet Bey ve Oğulları postmodern bir moderndir. Siz, bütün çağların en değişken, en hızlı, çağında yaşayacaksınız, yüzyıl öncesinden bir tekniği, buzluktan, o kaskatı ve donmuş biçimiyle roman diye piyasaya süreceksiniz ve alkışlanacaksınız, işte postmodern roman ve eleştiri budur. Bu günlerde kim bilmiş görünmek istiyorsa, bu kavramla konuşuyor, sağlıksız ve zararlı konuşmalar bunlar, bir eseri zihinsel olarak kendine yediremeyen bu kavramdan medet umuyor. Üzerinde çok konuşmamız gerekir.

– Metinlerinizde argo kelimeler ve küfürlere sıklıkla rastlanıyor, bunun sebebi katharsis, boşalma, arınma istenci mi, yoksa dil ve gerçek(çi)lik anlayışınızla bu tutumunuz arasında bir yakınlık kurabilir miyiz?

– Kibar bir çocuk olacak kadar param olmadı

– Bir süredir Leman dergisinde siyasi ve sosyal çözümlemeler yapıyorsunuz, bir yığın genç soluk soluğa izliyor sizi, siyasi görüşlerinizi özetleyebilir misiniz?

– Ben ‘bilinçli’ bir çirkin ördek yavrusuyum, kimseye yaranmak diye bir derdim yok. Siyasi görüşlerimiz bu yüzden ürkütücü ve çok pahalı. Size en ucuza mal edebileceklerimizi özetleyeyim, radikal demokrasi ve kısa yoldan parlamento devrimi. Ülkemle oturup, açık açık bunları konuşamadım, bu yüzden söylediklerim anlaşılmayabilir. Bir lirayı altmış milyon parçaya bölecek, siyaseti, hukuku, iktisadı, altmış milyon eşit parçaya bölecek bir sonsuzluk koşucusuyum Burada İslamcı arkadaşlara anlatamadığım şudur: Bu değerler, tarihimizde, ilahi metinlerimizde, sosyal bir değer olarak zikredilir. Ve kelli telli bütün yazarlar, afra tafrayla bundan söz eder. Ancak, siyasi bir değer olarak ‘bölüşmek’ ülkemizde siyasi, sosyal kayıtlara geçmemiştir. Devletimiz ve onun koruyucu, kollayıcı yazarları, bu pislik görüşlere bulaşmayacak kadar dikkatli.

Not: Tüm çabalarımıza rağmen Nihat Genç’e ulaşılamadığından iş bu röportaj çeşitli zamanlarda kendisiyle yapılan söyleşilerin derlemesinden oluşmuştur

Önceki İçerikİDRİS ÖZYOL
Sonraki İçerikMUSTAFA KARAOSMANOĞLU