RÖPORTAJ | Nevzat ONMUŞ

– Kimdir İdris ÖZYOL hemşerim? Ne yer ne içer, nerelidir, nerede oturur, mektepli mi? medreseli midir?

– İdris Özyol, yaşadığı şehre ait olmayan birisi ve bir gün Anadolu’nun ücrasında bir yere yerleşip domates yetiştirmek istiyor ve sonra fetih çağrılarına uyup bir şehrin önünde savaşmak ve sonra yine domateslerine dönmek istiyor Hepsi bu Aslen Trabzonlu olup, hayalında memleketini görmemiş birisi mesela Yine mesela Zonguldak’la doğmuş Zonguldak’ın Çatalağzı adlı rüzgar esmez, yaprak oynamaz bir istasyon kasabasında ve hatta gidip o kasabanın mezarlığının hemen yanındaki üç katlı evin üst katında doğmuş mesela ve ölünce doğduğu evin hemen yanındaki mezarlığa gömülmek istiyor. Ve hayatının doğduğu evle gömüldüğü mezarlık arasındaki yüz metro içinde geçtiğine İnanıyor. Hepsi bu bir şeylere son verme zamanı geldiğine İnanıyor Delirten bir İnanç bu ‘Eyvallahı yok geldiği yerleri unutanlara karşı bir gün ya da günün birinde, çıktığı yumurtayı beğenmeyen civcivlerden birini öldürebilir ve mahpushane penceresine yerleştirdiği portakal kasasında sürdürür domates yetiştirmeyi. Hepsi bu.

– Bir süredir, bu mahallenin çocuğu olduğunuzu mahalleli adına racon kesen bıçkın yazılarınızdan biliyoruz. Bu mahalleye yenimi taşındı? Daha önce başka mahalledeydi de biz mi? Bilmiyoruz. Varoş çocuğum? Bu alemin raconlarını çok İyi biliyor. Yoksa bu nefis üslup sadece bir edebiyatçı mahareti mi?

– Bu mahallenin dışına hiç çıkmadım ve yağmuruyla çamuruyla, sağcısıyla solcusuyla, dalaverecisiyle dalaverecisiyle seviyorum bu mahalleyi. Bu mahalleyi değiştirmek, dönüştürmek, kibarlaştırmak, eğitmek, kurtarmak gibi bir sıkıntım asla yok. Belki bu yüzden birçok aydından ayrı düşünüyor ve ‘kurtarmacı aydınlar*) sevmiyorum. Gerçekliğin ve gerçeğin, benim de hücrelerime kadar soluduğum bu havada, bu mahallede olduğuna inanıyorum. Tarihin, tarihin altın sayfalarına geçmek gibi bir derdi olmayanlar tarafından yazıldığına inanıyorum. Nasıl ki, İstanbul’u fethedenlerin üçü beşi hariç isimleri bilinmiyorsa, nasıl ki Endülüs’ü görenlerin tam listesini yayınlayamıyorsak, işte böyle bir şey. Fakat İstanbul’un fethedildiği ortada, Endülüs’te bir medeniyet kurulduğu da. Tarih fethin kendisidir, fethe katılanların siması değil. Ve fakat ben simalarla ilgileniyorum. Ben Ulubatlı Hasan’la ilgileniyorum ve onların-yani bizim çocukların-İstanbul denilen toprak parçasında deniz manzaralı arsaları hakkettiğini düşünüyorum. Bu şehrin karşılığında daha büyük bir bedel ödemiş olan var mı? Yok. Ama hiçbir bedel ödemeyenler en yağlı yerlerinde oturuyorlar buranın. Ve ben nefret ediyorum, bu şehirden, bu toprak parçasından. Ve yıkılmasını istiyorum bu adaletsiz mülkün, bu halksız yönetimin, bu vitrinlerin, bu sinemaların, bu otellerin, bu beyaz konakların. Yıkılmasını ve dümdüz edilmesini istiyorum. Korkudan titresin beyaz evlerin ahalisi. Tir tir titresinler ve aman dilesinler çılgın gözlerimize bakarak. Çılgın ve kanlanmış gözlerimizde kendilerine benzer bir köşe arasınlar. Ama yok öyle bir köşe. Ama yok durmak her şeyi dümdüz edinceye kadar. Bu yüzden şiddete evet, intikama evet, yakıp yıkmaya evet.

– “Lanetli Sınıf çıktığından bu yana müthiş beğenildi.Bir manifesto, bir kutsal metin gibi elden ele dolaştı. Kantin zulalarının, üniversite koridorlarının ve duman altı öğrenci evi muhabbetlerinin vazgeçilmez tutkusu oldu. Bunun hikmeti nedir, Baba?

– Ben içimdeki hayvanı anlattım, dişlerinden kan damlayan kurdu ve ailesinin bütün fertlerini yitirmiş vahşi bir aslanı anlattım. Hayvanat bahçesine kapatmaya çalıştıkları yaban köpeklerini anlattım ben ve galiba bu yazıları okuyanlar da, kendilerini böyle hissettiler. Benim yazılarımı elden ele dolaştıranlar, terbiye edilmek istemeyen barbarlar, kılıçlarını teslim etmeyen yenik savaşçılar ve yarış bittiğinde ters yönde koşmaya devam eden atlardı. Korkak, hakim, cesur ve kaçak adamların okuduğunu düşünüyorum bu yazıları. Matematikten nefret eden, sosyolojiyi sevmeyen, şehrin merkezine alınmayan, oyları makbul görülmeyen bir takım adam ve kadınlardır ki onlar, isteseler herşeyi yer ile yeksan edebilirler. Ama istemiyorlar. Büyüklükleri de buradan geliyor zaten.

– “Güçlü olanı masum, güçsüzü suçlu bulan bir hukuk” diye tanımlıyorsun “malum hukuku” resmi hukuku. Ve bir ahlaktan, hukuktan bahsediyorsun “bizim mahallenin hukuku” diyorsun. Bu mahalle ahlak ve hukukunun kökleriyle ne derece uyumlu olduğunu düşünüyorsun. Ayrıca bir süre önce yargının tepesinden bir ses “yargı bağımsızlığını yitirmiştir” dedi. Sizin mahalle yargıçları ne der bu İşe, ne iş?

– Teorisyenlerin “doğal hukuk” diye tanımladıkları bir hukuk vardır; belki bunu kastediyorum. Hakkını söke söke almanın hukuku. Binlerinin burnundan fitil fitil getirmenin hukuku. El değmeden üretilmiş beyaz ofisleri basıp, masaların arkasında “dünyayı ben yarattım” edasıyla oturan bir takım “kafalar”a mekik çektirmenin hukuku. Ve tabii ki, diktatörlerin banyosuna dalıp, Reuters muhabirine elde mavzerlerle poz vermenin hukuku. Saltanatları yıkmanın, yeni saltanatlar kurmanın ve kurduklarımızı beğenmeyip yeniden yıkmanın hukuku. Doğal hukuk. Kadim hukuk, öteki hukuk. Bizim vicdanımıza sinen hukuk. Bizim belirlediğimiz hukuk. Hepsi bu.

– Memleketin aydın geçinenlerine takılıp duruyorsun “Piposunu ağzına sıkıştırıp havalı bir duman üfürdükten sonra konuşan sosyologlardan” İğrenti ile söz ediyorsun, kimdir gerçek aydın sence?

– Aydın falan yok. Bir sürü numaracı herif var. Binlerce yılın servetini har vurup harman savuran bir sürü küçük kafalı adam. Kafası hakikaten kanayanlar da kendilerine “aydın” demiyor, dedirtmiyor zaten. Gerçek aydın toplumun en altındaki adamdır. En rezil, en sefil, en “bizim gibi” adamdır gerçek aydın. Çek ötekilerin ipini. Yapış boğazlarına. Böbrekleri dışarı çıkıncaya kadar döv onları. Bir sürü felaketin gerekçesi onlardır çünkü. Bu yoksulluğun, bu yoksunluğun, bu çilenin baş sorumlularıdır onlar. Gidip striptiz yapsınlar efendilerinin önünde. Batının kemiklerini yalasınlar gidip. Birbirlerini gömsünler ve yesinler kendi ufak beyinlerini. Hepsi bu.

– Aydın geçinenlerce küçümsenen ne varsa hepsine “evet” diyorsun; cahilliği, bilgisizliği ve bilim dişiliği kutsuyorsun adeta. Beyaz çorapları, varoşları, vasıfsızlığı kaçaklığı ve çirkinliği, boyasız ayakkabıları, lahmacunu kutsuyorsun. “Susuzluğun büyük mektebi, gerçekliğin çölü* diyorsun arabesk İçin. Bülent Akyürek, arabesk İçin; “Dinlerken İnsana İçki İçirten her mülk arabesktir diyor. Sense arabeski “Ya rabbim sen büyüsünü iktidar yapacağız kimsenin şüphesi olmasın” diyorsun. Bir arabesk tanımı da sen yapar mısın?

– Bülent Akyürek’in ne dediği beni ilgilendirmiyor Kotu br şey söylemiş sonuç olarak Arabesk için tonlarca şey söylendi. Sosyolojik açıdan, psikolojik açıdan, falan açıdan, filan açıdan Akyürek’in söylediği bunların on kötüsü belki do ve hiç umurumda değil Arabesk güzeldir Varsa bunu söyleyebilecek başka bir delikanlı, çıksın ortaya Arabeski lanetlemek kolaydır ve itibar kazandırır adama. Peki omzundaki apoletleri söküp de ortalığa atılmaya ve tecrit edilmeye kaç kişi razı? Hadi buyurun. Beyaz sofralardan kovulmaya, Fransız atmosferli lokantalardan atılmaya, şıkıdım şehir çocukları tarafından aşağılanmaya ve “pipolu sosyologlar” tarafından aforoz edilmeye hazır mısınız? Yoksa siz de, İstanbul şehrindeki kodamanların gözüne girmeye mi çalışıyorsunuz? Buyurun cevap verin ya o, ya bu arabeskin tanıma ihtiyacı yok. Neyse o. Plastik çiçekler, Kabe’li duvar halıları, su birikintisinde oynayan çocuklar, acılı adana, Karadeniz pide, teneke minareli camiler ve bütün bunların üstüne “Tanrım beni baştan yarat” Bütün bunların üstüne “Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum* Bütün bunların üstüne “Yıkacağım bu şehri evlendiğin gün”. Ve bütün bunların üstüne bir soru. Sevdiğin kızı başkasına verseler sen yıkmaz mısın bu şehri?

– Yoksulluğun, sınıf çelişkilerinin, İdeolojik kavgaların sonra şiddetin bütün tonlarıyla ayyuka çıktığı bu ülkedekinden, nefretten İntikamdan, kavgadan ve şiddetten “kara öfke”den söz ediyorsun “şiddete ve hakkını şiddetle alacak olana evet” diyor, “Bütün bu kalem bütün bu İsyan, bütün bu kara fikirler senin meçhul hayalin için, senin şiddetin önünde eğiliyorum kara çocuk, bıçağına ve hukukuna tâblyim” diyorsun. “Lanetli kesim, kesecek mi?” sorusuna el-cevap: “Herıld Keseceez!” diyebiliyor musun? Coşkunların defteri ne zaman dürülecek Baba?

– To be or not to be. işte bütün mesele bu. İki ayağımızın üzerinde onurlu bir şekilde durmak için gereken her şey yapılacaktır.

– Yazılarınla “Lanetli Sınıfın acılarını dindirmek mi, yoksa artırmak mı niyetindesin? Niyetin ne kardaşum? Niyetin bir sınıf şuuru oluşturmak mı? Sahi bir de “Varoşların Blues sanatçısı Azer Bülbül”ün titremelerini nasıl yorumluyorsun? Arabesk kontrolden çıkıyor mu yoksa?

– Hiçbir niyetim yok. Benim anlattığım insanlar yeterince şuurlu zaten. Ve ben onların bir parçasıyım. Kendimi anlatıyorum. Üniversiteye alınmamanın, devlet kapısından kovulmanın, aşağılanmanın, horlanmanın, ezilmenin şuuru hepimize yeter. Hepimiz mazlum ve hepimiz zalimiz. Kalbimi kırın ve kalbinizi kırayım. Bir sokak köşesinde çevirip dövün beni ve sonra hepinizi tek tek yakalayıp kafanızı kırayım. İşte şuur! İşte Lanetli Sınıfı Ve işte Lanetli Sınıfın şuuru…

– Mahalleden olduklarını söyleyen yeri geldiğinde mahalleliden çok mahalleci kesilen birtakım çengel ve cetvel bıyıklı namzetler, 28 Şubat’la birlikte mahallenin çemberli ve yaşmaklı kızlarının üniversiteye alınmaması karşısında ciddi bir tepki vermemekle birlikte “Bir nefsinizi yenip de başınızı açmadınız” deyu gevelemelerle bacıların direnişini kırıyorlar. Sahi sence bunlar mahallenin neresinde oturuyorlar. Bizim mahalleden iseler hangi hukuka tabiler, ne dersin?

– Bizim mahallede yaşıyorlarsa bizim mahallenin hukukuna tabiler. Fakat onlar bizim mahallede yaşamıyor. Onlar hiçbir mahallede yaşamıyor aslında. Onlar topraksızdır. Kök satamazlar. Kök diye gördükleri şey bir pırasanın sakallarından ibarettir. Hepsi bu.

– Taşra illerinden gelen davetleri bir sineği kovar gibi geri çevirmeyeceğini bildiğim için söylüyorum, bir Karadeniz akşamında, denize nâzır bir yerde, hamsi ızgara yanında bol soğanlı, limonlu; çatal bıçak kullanmadan, yani bildiğimiz usullerle yemek yiyip ardından sigaralarımızı tüttürüp demli çayları yudumlarken birlikte lanet etmeye ne dersin?

-Eyvallah derim…

-Teşekkürler I.Ö. Ne diyorsan eyvallah!

Önceki İçerikFİKRET BAŞKAYA
Sonraki İçerikNİHAT GENÇ | DERLEME