Lise yıllarımda Milli Türk Talebe Birliği diye teşkilat vardı. Orada baş- kanlık yaptığı zaman, bizim Akıncılara takıldığımız lise yıllarımıza denk gelir. O dönemde çıkan bazı dergilerde yazmaya başladı. 12 Eylül dönemine kadar yaptığı faaliyetler ihtilal tarafından mükâfatlandırıldı(!) tabi, Mamak cezaevinde. Sonraki dönemlerde Gerçek Hayat, Değişim, Yeryüzü, Bilgi ve Düşünce, Yarın, Özgün İrade, Bilge Adam dergilerinde yazılarını okumaya devam ettik. 1961 Kayseri doğumlu. Kayseri’den İstanbul’a taşındı ve Antikapitalist Müslümanlar adıyla tanınan İslami-politik oluşumu kurdu. İslam’ın “sağ” bir bakış açısıyla yorumlanması yerine, “sol” bir bakış açısı yorumunu yaptığı söylenebilir. 2011’de Lüks otellerin önünde yeryüzü iftar sofralarıyla ve yapmış olduğu konuşmalarla dikkat çekti. Bu tür konuşmalarını bazı Tv kanallarında ve sokak hareketlerinde sürdürdü. Gezi olaylarını destekledi. Söylemleri ve kitapları, İslami sol, Devrimci Müslümanlar veya Antikapitalist Müslümanlar olarak anılan oluşumların dini, ideolojik ve kültürel zeminini oluşturdu. Başta Kur’an Tefsiri olmak üzere İslam anlayışının yenilenmesi, Adalet, Mülkiyet, eşitlik, Adalet devleti, İslam’ın temel hakları üzerine çalışmalarını devam ettirmektedir. 22 eseri* var.

Büyük düşünür, eylem adamı özgürlük savaşçısı Aliya İzzetbegoviç’in aramızdan ayrılışının 7.yılı. Rahmetle anarak başlayalım istedik söyleşimize. 80 li yılların başında çıkan kitapla tanıdık onu. 1983te 14 yıl hapse mahkûm olduğunda Üniversiteye gidiyorduk. Bosna Hersek’e yaptığımız seyahatte yok edilmek istenen toplumu tüm imkânsızlıklara karşı nasıl ayağa kaldırdığını bizzat savaş mekânlarını gezerek gördük. Halkın nezdinde nasıl efsaneleştiğine şahit olduk. Sizi Aliya İzzetbegoviç kitabını yazmaya iten neden nedir?

Muhammed İkbal, Mehmet Akif Ersoy ve Aliya İzzetbegoviç’in ortak özelliği yokoluş sürecinde “varoluş mücadelesi” veren aynı ümmete mensup üç milletin sembol simaları olmalarıdır. Muhammed İkbal Pakistan’ın, Mehmet Akif Türkiye’nin, Begoviç de Bosna’nın unutulmaz simalarıdır. Mazlum Müslüman milletlerin haykıran sesleri, varoluş sancısı çeken entelektüel zihinleri olan bu simalar yeni kuşaklar tarafından tanınmak ve bilinmek durumunda. Bu simaların her biri “Ey şark milletleri şimdi ne yapmak lazım?” sorusuna verilecek teorik ve pratik cevabın ne olabileceğini göstermişlerdir. Büyük İslam Ümmet’inin Türkiye’den Pakistan’a, Bosna’dan Çeçenistan’a, Filistin’den Irak’a varoluş mücadelesi ile dolu son yüzelli yı- lının bütün karakteristik özeliklerini bu simalarda bulmak mümkündür. Bu nedenle “Bir milletin haykıran şairi, aidiyet ve haysiyet sahibi aydını nasıl olunur?” sorusunun cevabını bulmak için bu üçü hakkında ayrı ayrı kitap yazdım.

Bilge kralın doğu ve batı eleştirisine baktığımızda özgün bir duruş çerçevesi çiziliyor zihinlere. Lider Izzetbegoviç için neler diyebilirsiniz.

Özellikle Doğu ve batı arasında İslam kitabı son derece önemlidir. Hristiyanlık, Yahudilik ve Marksizm’i başarılı bir şekilde karşılaştırır. Devlet adamlığından ziyade entelektüel birikimi daha bir önemlidir. Gençlik yıllarında Genç Müslümanlar Teşkilatı davasından yargılanması ve dini görüşleri itibariyle Seyyid Kutup-Mevdudi çizgisinden başlayıp Fazlurrahman çizgisine kadar ulaşması bakımından kendime çok yakın bulduğum bir simadır.

Mülk sorunu sizi neden bu kadar meşgul etti? Burdan mı yaramız? Ticaret helal kılınmadı mı yoksa?

Mülk kelime kökü itibariyle sahip olmak demektir. Kur’an’da iktidar ve mal anlamında kullanılır. Mal üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine malın mülk edinilmesi diyoruz. Mal da kelime olarak meyletmek kökünden gelir. Meyledilen, arzu duyulan şey demektir. Meta da faydalanılan şey demektir. Bunlar Kur’an’da sık sık geçer. “Dünya hayatı aldatan/gelip geçici bir metadır” denilir. Kur’an’da dünya hayatı derken gezegen olarak dünya değil; dünyanın içendeki mal mülk kastedilir. Mülk üzerinde durmamız iki sebebi var. Birincisi Kur’an’ın ana mesajının bu olması. Baktığımızda “Lehu’l-mülk” temel şiar oluyor. “Lailahe illallah” bundan sonra gelir. Kişi mülke (iktidar ve mala) ulaşınca hegemonyaya yönelir ve ilahlaşır. Bunu reddetmek için lailahe denir. Mülküyle büyüklenene de “Allahu ekber” denir. Bu açıdan İslam’ın şiarları hep Lehu’l-mülk’ü açıklar, onun etrafında döner. Hacc’daki telbiye de bunun etrafında döner. Lebbeyk… Diye başlayan telbiyede “İnne’l-hamde ven-ni’mete ve leke mülk la şerike leke” (övgü, nimet ve mülk senindir, senin ortağın yoktur) denir. Milyonlarca Müslüman bu sözlerle yeri göğü inletir.Sonra Kur’an’ın isminde kerim vardır. Maldan mülkten karşılıksız vermek, paylaşmak demektir. Kur’an’ı “kerim” gözle okumamız gerektiğinin ifadesidir. Nüzul sırasında ilk sure olan Alak suresinde de ilk “Hayır (kellâ) denilen şey mülkle ilgilidir. (Hayır! Muhakkak ki insanoğlu tuğyan eder zenginliği kendisine yeterli gördüğü için) denilir. Kıssaların anası olan Âdem kıssasında anlatılan vesveselerin anası da mülkle ilgilidir. (Şeytan vesvese verdiği zaman dedi ki: Ey Âdem! Sana ebedilik ağacını ve yıkılmayacak bir mülkün (mülk-i la yebla) yolunu göstereyim mi?) denilir. Sonra yasak ağaç da mülk ile ilgilidir. (Siz ikiniz mülk sahibi olacaksınız) denilir. Melekeyn tabiri geçer. Sonra gelen bütün kıssalarda hep bu durum açıklanır. Habil Kabil’i mülk yüzünden öldürür… Salih’in devesine dokunmamak, sudan eşitçe içmek ve ortak kamu malına dokunmamak, eşitçe yararlanmak demektir… Nemrud İbrahim ile mülk hakkında tartışır… Talut kıssasında ırmaktan kana kana içmek servet içinde yüzmek, onun peşinden gitmek manasındadır… Karun kıssası, Buzağı tapmak vs. hep mülkle ilgilidir… İkincisi de Müslü- manlar tarihsel tecrübe itibariyle buradan yıkılmışlardır. İktidar ve mal yü- zünden bütün savaşlar çıkmıştır. Putları yıkan ümmet, dönmüş iktidar ve mal yüzünden yani mülk yüzünden birbirine girmiştir. Ümmetin putu Hasan Basri’nin dediği gibi mal olmuştur.Burada mülkü “bilgi, iktidar ve servet üzerinde tekelleşme, sınıflaşma, hiyerarşi ve hegemonya kurma” anlamında kullanıyoruz. Bu üç şey; bilgi, iktidar ve servet birilerinin elinde dönüp dolanan bir tahakküm ve sınıflaşma aracı olmaktan çıkacak, mülk tümüyle Allah’a (halka) ait olacak, bu sağlanıncaya kadar mücadele edilecek; Lehu’l-mülk bu demektir.

Köle azad eden peygamberin ümmeti bahçe sahibi olunca fazlaca köleye ihtiyaç duydu herhalde.

“Bahçe sahipleri” Kur’an’ın ilk mesajlarında mülk sahipleri için kullanılır. Peygamberimiz Medine’ye gelince ilk olarak bahçelerin etrafındaki çitleri yıktırmıştır. “Bahçe” bugün için temel üretim araçları demektir. Bunun bir tek kişinin veya kişilerin elinde olması ister istemez kapitalizm doğuruyor. İslam tarihinde Zenc isyanı kölelerin isyanıdır. 500 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan dramatik bir olaydır. Saray çevresi bahçe sahibi olunca, Afrika’dan köle getirip çalıştırmışlar, köleler zor şartlara dayanamayıp fekku ragabe (kölelere özgürlük) ayetini bayraklaştırarak isyan etmişler. “İslam’ın kayıp şehri: El-Muhteare” başlıklı makalemde bunu genişçe izah ettim.

Çağımızın totem ve tapuları nelerdir? Çağın tanrıları… Bunlarla mücadelede çokça zindanlarımız yok mu? Özgür ve ya özü/gür nasıl olunur?

Çağımızın totemi mamon, tabusu da mülkiyettir. Mamon para veya sarvet demek olup eski çağlarda verimlilik, altın ve başarı tanrısı olarak pereştij edilirdi. Şimdi kapitalizmle birlikte geri gelmiş gibidir. Allah’ın varlığı bile tartışılıyor ama mülkiyet tartışılmıyor, neden? “Tanrı öldü” diye bir ses duyuluyor şu gök kubbede ama “Mamon öldü” diye bir fısıltı dahi duyulmuyor, niçin? Eğer İslam çağa bir mesaj verecekse buradan başlamalıdır. Aksi halde dinlerden bir din olarak kalmaya mahkum olacak, Batıda Hristıyanlık gibi modern insanın ruhî ihtiyaçlarını karşılayan biri fenomene dönüşecektir ki öyle olmuş durumda…

İslam’ın ekonomik, politik duruşunu bugün sosyalizme yakın buluyorsunuz. Bir dünya görüşünün önüne ve arkasına artılar veya eksiler ekleyerek tanımlamak ne kadar doğru?

Yakın bulmak onun aynısı olduğu anlamına gelmez. Lehu’l-mülk şiarı sosyalizmin, Lailaheillallah da anarşizmin ilgilendiği konularla ilgilidir. Aksi halde İslam’ı insanlığın sorunlarına bigâne bir göksel din ve tapınak ritüeli haline getirirsiniz. Çağımızda mülkiyet tabu mamon totem olduğuna göre, bundan kaynaklanan modern ilahlar ve Rabbler bulunduğuna göre bununla ilgili bir şeyler söylüyor olmanız lazım. Son üç yüz yılda dinlerin dünyadan çekildi- ği, en azından etkinliklerinin kırıldığı bir zamanda bunlara yeryüzünden itiraz sesleri yükselmiş. Anarşizm ve sosyalizm akımları buradan doğmuş. Siz dünyada yokken olmuş bunlar. Eğer dünyaya geri dönmek istiyorsanız, bunlarla bir yerlerde yolunuz kesişir, kaçınılmaz olarak bu böyledir.

O zaman marks “lailaheillallah” dese Allah’ın dinine daha yakın olurdu abdestli kapitalistlerden. Hele che guevara dese tadından yenmezdi. Diyebilir miyiz?

Marks bir peygamber olarak gelseydi mülk (iktidar ve mal) hakkında ne söyleyecekse onu söylemiştir. Tabi bir peygamber olmadığı için din dilini kullanmamış, ekonomik-politik analiz yapmıştır. Benim görüşüme göre Marksizm ile İslam arasında fark Marksizmin metafiziğinin olmayışıdır.

Mülk konusunda Ebuzer’leşmek ne demektir?

Mülk hakkında Ebuzer’in savunduğunu savunmaktır. Yani Hz. Peygamber’in mülk hakkındaki tutumunu devam ettirmektir. Hz. Peygamber mülke hükmetmiş ve fakat mülksüz ölmüştür. Bir Müslüman “kenz” yapamaz. Adam öldürmek, zina yapmak gibi haramdır kenz. Yani ihtiyaçtan fazla mal ve servet sahibi olamazsın, komşun açken tok yatamazsın, biri yerken diğeri bakamaz. Kişisel zenginlik İslam toplumu için felakettir. Toplumda zengin olmamalı yoksul da kalmamalıdır. İnfak bunu sağlayıncaya kadar geçici bir görev olarak vardır. Nihayetinde herkesin kendi emeğinin sahibi olduğu, herkesin ürettiği, alışveriş ve değiş tokuşun olduğu, kimsenin kimseye yardım etmek gibi bir lütuf bahşetmediği özgür insanlar ülkesi haline gelmek esastır

Mülkiyetsiz ve borçlu ölmüş peygamberin ölümü üzerinden 15 asır geçti. Bir sürü okuma biçimleri var. Tarihi birikimi yok mu sayacağız? Bu din, mülk sahiplerine ne diyor?

Musa aralarından ayrılınca Samiri’nun halkını buzağıya taptırmasıyla, Muhammed aramızdan ayrılınca da bu ümmetin Samirilerinin halkını mala taptırması aynı şeydir. Harun nasıl Musa’nın yolunu (sünnetini) korumaya çalışmış, yapmayın etmeyin demişse, Ebuzer’in bu ümmet için yaptığı da aynı şeydir. Yani Ebuzer “Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat’i savunmuştur. Sünnet, peygamberin mülk konusundaki söylediğiniz tutumudur, cemaat de halktan mülk biriktirerek ayrılmamak; kâşanelere, saraylara, köşklere çekilmemek, cemaate karışmak, onlara tepeden bakmamak, daima halk/cemaat/ toplum ile beraber olmak demektir.Dinin mülk sahiplerine söylediği şey şudur: Bilgi, iktidar ve servet edinerek halktan ayrılmayın. Bunlar üzerinden tekelleşme ve sınıflaşma yaratıp hegemonya/tahakküm kurmaya kalkış- mayın. Bunları halkla paylaşın, kişisel servet yığma amacıyla kullanmayın. Lehu’l-mülk (Mülk Allah’ındır) bu demektir. Bunu söylüyor din.

Köleleştirilen toplumların neye ihtiyaçları var?

Köleci toplumlarda üsttekiler ve alttakiler vardır. Üsttekiler becerikli hain, alttakiler muti kul haline gelirler. Demek ki böylesi toplumlarda üsttekilere namus ve şeref, alttakilere de isyan lazımdır. Üsttekiler daima azınlıkta olmalarına rağmen kendilerini çoğunluktaymış gibi gösterirler. Hâlbuki işçiler değil; patronlar, halk değil; yönetenler, varoşlar değil; kâşaneler azınlıktır. Gel gör ki azınlıktakiler kendi korkularını çoğunluğun korkusuymuş gibi yansıtır. Çoğunluk mutileştiği için azınlığın korkularını kendi korukları zanneder. Bunu ancak peygamberlerce üflenen isyan ruhu bozar.

Adalet, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, paylaşım gibi kavramları kapitalizm nasıl istismar ediyor? Ne yapmak lazım?

Bunlar bir devrim anının sloganlarıdır. Devrimden sonra unutulur. Kapitalizm insanların korkularından beslenir. Açlık, yoksulluk, gelecek tasası insanlarda yiyecek, içecek, barınma gibi ihtiyaçların nasıl giderileceği korkusu yaratır. Kapitalizm işte bunları insanlara vadeder. Zımnen “Bana köle olursan bunları sana vereceğim” der. Kur’an’da “Onlar için korku yoktur tasa da olmayacaktır” ayeti var. Cenneti değil; bu dünyayı anlatır. İnsanların açlık sınırı, barınma, güvenlik, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçları toplum tarafından kendi kendine finans ile sağlanmak durumundadır. Bu bir toplum üzerine borçtur. Kur’an’da cennet şöyle tarif edilir; “Orada aç kalmazsınız, susuzluk çekmezseniz, çıplak olmazsınız ve güneşin sıcağında yanmazsanız” (Taha; 118-19). İşte bunların sosyal güvenlik (infak, zekat, tasadduk, hayr, karz-ı hasen vs.) olarak sağlandığı yerde Kapitalizm istismar edecek bir şey bulamaz.

“Asgari ücretle işçi çalıştıran yoksul ve yetime bakmayanın namazı boştur diyorsunuz’’. Harun kim Karun kim? Bir de Harun diye ortaya çıkıp Karun gibi olan yüksek takva(!)lılar var.

Maun suresine göre bunu söylüyorum. Eğer içinde yetim ve yoksul derdi yoksa o namaz boşuna kılınıyordur. “Vay onların kıldığı namaza” diyor Maun suresi. “Onların kıldığı namaz boştur (sahun), gösteriş yapıyorlar” diyor. Kim bunlar? Öksüzü hor gören, yoksulun (miskin) yanında olmayanlardır. Miskin geliri giderine yetmeyen, fukara da hiç gelirini olmayan demektir. Mesela asgari ücretle çalışan bir işçinin geliri vardır fakat asgari ücret (599 TL) almaktadır. Bu durumda açlık sınırı 890, yoksulluk sınırı da 2238 TL olduğuna göre, geliri giderine yetmeyecek demektir. Dolayısıyla bu durumdaki bir işçi Kur’an’ın miskin dediği guruba girmiş oluyor. Miskini gözetmeyenin namazı gösteriş olduğuna göre, onun için de yanında asgari ücretle işçi çalıştıranın namazı boş olmuş oluyor. Harun buzağıya (mal, servet, para, mülk) tapmayın diyen ses, Karun da buzağıya tapan kimse oluyor. Öyle ki önce buzağıyı ele geçirmeliyiz, müslümanlar güçlü olmalı derler. Bunun için Harun gibi gelir sonra “Bu bendeki bilgi sayesinde verildi” demeye başlar ve Karunlaşırlar.

Bir lokma bir hırka diyen sufilere ne oldu?

“Bir lokma bir hırka” Karunlaşmaya karşı esaslı bir protesto hareketiydi. Aslında fenafillah da fenafi’l-halk demektir. Yani halkta yok olmak, halka karışmak, kâşanalere, havuzlu villalara çekilmemek, halka beraber olmak anlamındadır. Ehl-i tasavvuf ehl-i tasarruf olunca sufilik de bize düş- tü. Biz bir lokma bir hırka yaşıyoruz bid’atçi oluyoruz, onlar havuzlu villalarda yaşıyor sufi oluyor. Kim derviş, Kim sufi? Bir lokma bir hırka bir açıdan anarşist sufiliği de ifade eder. O açıdan severim.

Bozuluşu nereden başlatıyorsunuz? Allah’ın yeryüzündeki gölgeleri(!), ulu kişiler, din bezirgânları var. Mülke sahip olduğunu iddia edenlere karşı kaybedişimizin tarihi çok eskilere dayanıyor galiba. Araya derin din girdi herhalde?

İslam’ı yıkan üç şey olduğunu söylüyorum. Bunu 3M diye ifade ettim. Mülk, Mucize ve Mevzu. Mülk malum yukarıda anlattım. Mucize Müslü- manın epistomolojik algısının bozuluşu, sebeb-sonuç ilişkileri sürecinden kopuşu oluyor. Nasıl, neden, niçin? diye sormayan bir zihin oluşuyor. Güç- lünün yaptığında vardır bir hikmet diye düşünülüyor ve diktatörlüğün zihni temeli de buraya dayanıyor. Mevzu ise uydurma rivayetlerle müslümanın sosyal hayatının dumura uğraması demek oluyor. 200 bin uydurma rivayet hala dillerde dolanıyor. Yezid para karşılığı sarayda hadis uydurtuyordu. M. Akif dediği gibi: “Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun/Yıktın onunla dini mubini yeni bir din kurdun.”

“İnsanları rahatsız etmemek lazım” diye konuşmuyoruz. İnsanları rahatsız edenlerin peygamberler olduğunu biliyoruz.

Aman ortalık karışmasın demek muhafazakârlıktır. Gelmiş geçmiş en büyük muhafazakâr da Ebu Cehil’dir. Dindar, hayır yapan, namaz kılan, hacılara su dağıtan ve fakat malına mülküne tapan bir “anti komunist”- ti. Peygamberi servet düşmanı ve dinsiz (sabi) olmakla itham etti. Kureyşi bölmekle suçladı. Ortalığı karıştıran, düzeni bozan çıkışlar yapmakla itham etti. Bütün peygamberler devrimcidir. İslam’ın ruhu itiraz ve isyanda yatar.

İlk surelerde Kella (hayır) kelimesi çok geçer. Sadece ilk surede (Alak) üç defa geçiyor. Hayır (lâ) demeden bu dine giremezsiniz bile.

‘Mülk Allah’ındır’ ayetinin çağımızdaki karşılığı ve tefsiri nedir sizce?

Yukarıda açıkladım. Kısaca bilgi, iktidar ve servet şahısların elinde tekelleşme, sınıflaşma, tabakalaşma, hiyerarşi ve hegemonya aracı olamaz. Bunların sahibi Allah (halk) tır demektir.

Yeryüzünün çok farklı toplumları, insanları, bunların tarihi birikimi sanat, estetik, folklorik, kültürel birikimleri… Bütün bunlara ön duvar yerine yan duvar veya doğal akışla hayra dönüştürme veya tanımları içinde bırakma… rengarenk çiçek bahçeleri gibi algılama varken, siyah-beyaz ikilemine sokma katı ve köşeli kalıplara dökme yerine, insan bu; su misali kıvrım kıvrım akar ya… Suyu yatağına bırakmak, akışı sağlamak ön engelleri kaldırma, sevdirme, nefret ettirmeme, yolcu olma ve yola girenle yoldaş olma… ne dersin?

Fussilet 10. ayete göre Allah eşitliği takdir etmiştir. Bu, bütün farklı- lıkların dümdüz edilmesini değil; farklılıkların korunmasını öngörür. Birileri çıkıyor ve eşitliği bozuyor. Sınıflaşma; alttakiler ve üsttekiler diye ikili sınıf oluşturuyor. Hâlbuki eşitlikçi düzen alt alta değil; yana olanı, rengarek ve farklı olanı ifade eder. Herkes yan yana, farklı ve rengârenktir. Böyle akar insan toplumu. Bu farklılıkları ve rengarenkliği alt ve üst diye ikili sınıflaş- maya çevirirseniz siyah ve beyaz dayatmış olursunuz. Varolan çeşitliliği bozmuş olursunuz. Çeşitliliğin ve farklılığın birbirinin üzerine çıkması durumları olur. İşte tam da burada eşitlik (birlik/tevhid) mücadelesi lazımdır.

Zulkarneyn kıssası tahliliniz var. Bu kıssa yaşadığımız zamana ne öngörüyor?

Bir kralın yani siyasi iktidarın nasıl davranması gerektiğini anlatıyor. Kendi halinde yaşayan bir halka ilişmeyeceksin yani halkın giyimi kuşağı, folklorü vs. ile uğraşmayacaksın. Zulme rıza göstermeyeceksin, toplumda sadece zulmün ortadan kaldırılıp adaletin ikamesini vazifen bileceksin.

Saldırı tehdidi altında ve yardıma muhtaç olana el uzatacaksın, gerekirse demirden duvarlar örüp saldırganlığı önleyeceksin. Kıssa bu mesajları veriyor.

İhsan Eliaçık ‘karşı olmaklığı’ popüler olandan ayrı tutarak ‘içi dolu bir muhalefet’ iklimi oluşturmaya mı kavletti?

Tabi. Bugün en çok muhtaç olduğumuz şey içi dolu muhalefettir. Her şeye karşı çıkmadan medet umsam çok daha başka şeyler yapabilirim. Benim bütün derdim Kur’an’ı yaşayan hale getirmek ölü kitap olmaktan çıkarmaktır.

Firavun, Karun ve belam… Günümüzde bu kavramlara nasıl bir duruş giydirilebilir?

Firavun siyasi iktidarın tahakküm aracı olarak kullanılmasını, Karun servetin hegemonya aracı olarak kullanılmasını, Bel’am da bunların din ile meşrulaştırılmısını ifade eder. Bu nedenle eline yetki ve iktidar geçenin Firavunlaşmaması, para geçenin Karunlaşmaması, dini bilgisi olanın da Bel’amlaşmaması gerekir.

*ESERLERİ:
İtikat Üzerine (1992)- İslam ve Sosyal Değişim (1994) Devrimci İslam (1995)-İslam’ın Yenilikçileri (üç cilt, 2000) Adalet Devleti; Ortak İyinin İktidarı (2003) -İhyadan İnşaya İslam Düşüncesi (2003) -İslam’ın Üç Çağı (2004) Mehmet Akif (2004)- Muhammed İkbal (2004) Aliya İzzet Begoviç (2004) -Yaşayan Kur’an; Türkçe Meal (2006)- Yaşayan Kur’an; Türkçe Meal-Tefsir (üç cilt, 2006) Daru’s-Selam; Evrensel Adalet ve Barış Yurdu (2006) Gerçek Hayat Dini (2006) -Nüzul Sırasına Göre Yaşayan Kur’an; Türkçe Meal-Tefsir (tek cilt, 2007) -Mülk Yazıları I (2009)- Hanginiz Muhammed (2010)- Mülk Yazıları I+II (2011)- Bana Dinden Bahset (2011)- Bu Belde (2011) Kur’an’a Giriş (2011) -Sosyal İslam (2012)-Demokratik Özgürlükçü İslam (2014) -Zamanın Sözü (2015) Öteki İslam Tarihi 3 (2016)- Çağdaş Dünyada İslam (2017)

Önceki İçerikYUSUF KAPLAN
Sonraki İçerikFERHAT KENTEL