Neo-Epik şiir konusunda kafa yormuş hırçın bir şair, uslanmaz bir dergici. Dergiler de iyi dergiler hani. Ses getiren konuşulan tartışılan dergiler.1996-97’de Şehrengiz (12 sayı), 1999-2005 yılları arasında Atlılar (15 sayı), 2002 yılında Huruç (2 sayı), 2005-2019 yılları arasında ise Fayrap (119 sayı) 1971 Kars doğumlu. İngilizce Öğretmeni. 1993’ten itibaren çevirmen, editör ve metin yazarı olarak çeşitli işyerlerinde çalıştı. İstanbul’da yaşıyor. Şiirin yanı sıra 1996’dan itibaren eleştirel denemeleri de yayınlanan yazarın onbeş eseri* var. Halen Avangard Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmenliğini sürdürmektedir.

Hakan Arslanbenzer’i biz tanıyor ve takip ediyoruz. Arslanbenzer kendini nasıl tanıtır. “Hamdım piştim yandım” kadar kısa olmasın lütfen. Yeni dergiler vs. (Ben hep ‘Atlılar’dan yana oldum).

İşçiyim, erkeğim, Hanefi bir Müslümanım. Eskiden Şair olduğumu söylerdim. Sonra baktım bu şairler hiç de benim gibi insanlar değil, şairlik sıfatımı attım üstümden. Şairlerden hoşlanmıyorum. Şairleri tanımadan şiire bağlandım, başka türlü ifade edemeyeceğimi sandığım sözlerim olduğu için. Şiiri çok sever sayarım. Adımın şiirle anılması beni mutlu eder. Çünkü şiir sayesinde olmak istediğim kişi oldum. Bedeli de neyse de ödedim, öderim. Ama şair olarak yaşamadım, şair olarak da ölmek istemiyorum. Şiirden anlayan, şiir söyleyebilmiş bir işçi olarak, basit bir Müslüman olarak gözlerimi kapamak istiyorum.

Dar alanda yol alan hızlı, sağa ve sola çarpan bu yüzden hır- çınlaşan bir suya benziyor mücadelen. Fazlaca düşmanın var (Bence sorun değil). Derdin nedir?

Dostlarımın sayısı düşmanlarımdan fazla. Ama dostlar suskun, düş- manlar gürültücü. Gürültücü insanları sakinleştirecek hilelerden tamamen yoksundum başta. Ben demokrat bir tarzda yetiştirilmiş biriyim. Evde, okulda, arkadaş çevresinde inandığını, düşündüğünü açıkça söyleyebilen biri oldum hep. Edebiyat dünyasına girene kadar bunun çok fazla sakınca sını yaşamamıştım. Sanırım edebiyat dünyası miras (yiyicilik) ve kalıcılık (şehveti) üzerine kurulu, bu nedenle de muhafazakâr olmaya mahkûm bir dünya olduğu ve ben bu dünyanın tipik bir üyesi olmadığım, olamayaca- ğım için yaptıklarım olumlu olduğu kadar olumsuz yankılarla da karşılandı. Müslümansın ama muhafazakâr değilsin, şairsin ama efemine tavırların yok, edebiyatla uğraşıyorsun ama her tarafı siyasi bir edebiyat yapıyorsun… Bunlar beni tipik olmayan insanlar çağırmaya, tipik olanla mücadeleye itmiş görüyor

Normalde bir insanla, bir fikirle, bir üslupla durduk yere cedelleş- me eğiliminde değilim. İnsan insana yüzde beş benzese yeter. Ama benim özellikle şiire başladığım yıllarda her insan ve çevreyle, her görüş ve tarzla asgari müşterekler üzerinde bir araya gelme, bir arada bulunma çabam pek başarılı olamadı. İlhan Berk hakkında bir yazı yazmıştım mesela. Bir dergiye vermem icap etti.

Dergiden bana, “Bu kâfir hakkında nasıl yazarsın?” gibisinden bir tepki geldi. Ben de bir şey demedim, yazıya. Alıp cebime koydum. N’apacaktım ki başka? Ama bu onları daha da sinirlendirdi. Üstüme üstüme geldiler. Fakat dergiden başka insanlar yazımın yayımlanması gerektiğini düşündü- ler. Bir gerilim hattı ve dergide iki yaka oluştu. Sonradan “Hakan gelip dergiyi böldü,” dediklerini işittim. Hay Allah yani. Ben siper kazan adamım yazı işinde. Bir fikrim varsa bunu yazar, orda bekler, orayı savunurum. Ama çok üstüme gelmeye kalkan olursa da siperimi onun yuvasına kazarım.

Türk şiirinin geldiği noktayı irdeleyelim istersen. Nasıl görü- yorsun Türk şiirini, tıkandığı noktalar nelerdir? Yahut elimizle kalan nedir?

Mutlak biçimciliğe gelip dayandı Türkiye’de şiir. Ama “Türk Şiiri” dersek, bunun tartışmasını bildiğim kadarıyla bizden başka, yani Fayrap çevresinden başka yapan da yok. Şiir yazanların, profesyonel anlamda şiirle uğraşanların çoğu Türk olma, hatta Türkçe söyleme gereği duymuyor artık. Gerçi şu da var: Bazı biçimciler de Türk şirinin biçimsel yönünü, mesela vezni esas alarak bazı işler yapıyorlar. Hece vezniyle yazanlar mesela. Neo-Epik dışında en takdir ettiğim iki üslup var: Dergâh dergisinin desteklediği ve siyasi olarak sağda yer alan Yeni Hece şiiri ve Heves dergisinin temsil ettiği, siyasi uçları da olan, solcu, fakat temelde biçimci, liberal şiir. Solcular sağa, İslamcılığa aktılar; Hececiler de sola değilse bile sol ile ittifak halindeki laikçi, romantik, nostaljik: şairlerin arasına aktı. Ama bunlar yatay başarılar. Dikey manada Türk şiirine ne kadar fayda getirdiklerini sorarsak, fazla büyük: bir şey olmadığını gö- rürüz. Önemli olan Neo-Epik şiirdir. Bunun iki nedeni var. Birincisi, mesela Ahmet Güntan, Ahmet Han Yılmaz, Hakan Şarkdemir (kısa bir süre), Eren Safi, Hakan Kalkan gibi farklı yaş gruplarından ve farklı çevrelerden özel yetenek sahibi şairlerin adını bile koymadan Neo-Epik şiir yazarak Namık Kemal’den beri gelen siyasi kanal yeniden güçlendirmesi. İkincisi, Neo-Epik şirin yeniden ortaya çıkışıyla Türk insanını, genel manada Müslümanları zor duruma sokan savaşların tarihsel döngü içinde olması. Nasıl ki Namık Kemal’ in siyasi şiirleri Rus savaşlarının, Mehmet Emin’in siyasi şiiri Yunan savaşının, Fikret ve Akif’in siyasi şiirleri Meşrutiyet’in ilanı, Balkan savaşları vb. büyük ve kan olayların bir yankısı olarak da okunabilirse, son dönemde Türk şiirinin yeniden ve yeni bir üslupla siyasete yönelmesini de dünyadaki ve bölgemizdeki büyük ve kanlı olayların bir yankısı olarak okumak lazımdır. Biçimciler tarihin sonunu ilan etmekte biraz acele ettiler. Çünkü ardından Sırbistan Bosna ve Kosova’ya tecavüz etti, Israil Filistin’i iyice altına aldı, Amerika Irak’ı tümüyle işgal edip, komşuları da işgalle tehdit eder hale geldi. Lirik, biçimci, imgeci şairlerin şemsiyenin altında durup “Yağmur yağmıyor,” diyen birine benzediklerini düşünüyorum. Yağmur ya- ğıyor ve ıslanan da biziz. Bunu söyleyen şiirin adı Neo-Epik.

Son dönem Türk şiirini didik didik ediyorsun. Yıllıklar çıkarttın. Şiir de olmazsa olmaz ölçülerin nelerdir?

Yıllığa alabilmem için bir şirin bir kerede okunduğunda tükenmemesi, ikinci üçüncü kere okunacak kadar okuyucuyu kendine çekmesi şart. İkinci bir ölçü de o şiirin belli bir şiir anlayışının eleştirilebilir, yani doğrusu yanlışıyla tahlil edilebilir bir temsilcisi olması. Çok mükemmel olması gerekmiyor yani yıllığa almam için. Okunabilecek kadar eli yüzü düzgün olması ve şiir vadilerinden birine, hiç değilse bireysel olarak şairin kendi vadisine ait olması yetiyor. Yıllığın atan nabzı bu asgari seviyeye bakarak seçtiğim şiirler değil ama. Yeni kuşağın girişimlerini gösteren şiirler. Bunlar hasarlı olabilir, amatörce yazılmış olabilir; fakat nabzı daha çok atan şiirlerdir. Birçok yıllık çıkıyor; benim çıkardığım Türk Şiiri yıllığın özgün kılan şeylerden biri bu. Panoramik: bir okuma yapmaya, bir anlamda mümkün olduğu kadar geniş bir fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Bazı özellikleri ve unsurları başkalarına göre öne koyuyorum tabi ki, ister istemez. Bunu eleştirenler var. Onlara tavsiyem, benim geri baktığımı düşündükleri şeyleri öne çıkaracak okumalar yapan bir yıllık hazırlamalar. Yıllıktan zarar gelmez. Ama o emeği vereceklerini de sanmıyorum açıkçası. Yapılan işe ancak çalışarak ortak olabilirsiniz. Ben öyle yaptım. Benden önce çıkan yıllıkları kötülemek yerine, kendi çerçevemi çizip kendi yolumdan gittim.

Şeytanlar boş durmayıp ağlarını örüyorlar ama melekler de o ağlara bıçak atıyorlar, diyorsun. Tabi ki şeytanın işi bu, büyüğü var küçüğü var. Bunlara karşı önümüzdeki günlerde ne tür çalışmaları- nız olacak?

Bunu olumsuz şeyler karşısında iyimserliğimi kaybetmemek için söylemiş olmalıyım. Biz Müslümanlar kolay kolay yeise kapılmayız. Allah kuluna yardım eder. Maksat iyilik: olduktan, iyi bir iş çıkarmak olduktan sonra varsınlar seni de yaptığın işleri de kötülesinler… Genç insanlar bazen soruyorlar: Ağabey, nasıl dayanıyorsunuz?” Biraz bu soruyu soran, menfaatsiz okuyucunun yardımıyla. Onların varlığı bana güç veriyor çünkü. Birazda, ben kafayı yapacağım şeylere takmış, çantasında çekmecesinde bunu da yapayım, şunu da bitireyim diye didinmeme yârdım edecek şeyler tutan biri olduğum için. 2010 yılı boyunca Fayrap’ta “1960’ların dünyası” atölyesini çalıştıracağım inşallah. Bu atölye Ankara ve İstanbul’ da haftalık toplantı- lar halinde devam ediyor şu anda. Fayrap Kitap şemsiyesinin altında benim ve başka yazarların kitapları çıkacak, ayda bir ortalamayla.

Benim baskıya hazır, hazırlanabilecek durumda kitaplarım var. Son yirmi yılı yazarak geçirdiğim halde bu verimi gösterebilecek düzyazı kitaplarım yok. 8-10 tane kitap proje olarak, birçoğu tamamlanmış projeler halinde masamın üstünde duruyor. Bugüne kadar yazdığım şiirleri kapsayan “Çok Üzgünüm” yakında ikinci baskıya girecek. Ayrıca, “Halkım İçin” kitabımı kritik ediyorum. Kitabımın belki üçte birini, belki yarısını tamamladım. Bir terslik olmazsa 2010 en yoğun yayım yaptığım yıl olacak gibi görünüyor. Allah’tan hayırlısı.

Herkese kendini sevdirmen mümkün değil, herkesi düzeltmek senin vazifen değil. Çoğunluğun genelde yanıldığınıda bal gibi biliyorsun, o zaman hep sen haklı olduğunu zannetmen kalıtsal olmasın sakın. Ne dersin?

Namık Kemal eline baltayı alıp Divan edebiyatına daldığında yüzde yüz haklı olabilir miydi? Yanlış, hiç değilse eksik taraflarını şimdi iyi anlıyoruz, büyük Kemal’in yaptıklarının söylediklerinin. Ama o gün yaşasaydık ne dememiz icap ederdi? Bugünkülerin bakış açısıyla bakarak, “Bu adam deli” mi derdik, yolsa o günkülerin birçoğunun yaptığı gibi Kemal’in açtığı kapıdan mı geçerdik? Tarih, edebiyat tarihi Namık Kemal’i haklı çıkardı. Ben bugünü yaşıyorum. Geçmişim, tarihim var ama küçük geçmiş, küçük tarih. 1990 lara dönüp bakınca hâklıymışım dediğim şeyler çok ama hakkı teslim etmek için hâksız etmek gibi garip bir kadere çarptırıldığımı da düşünüyorum. Birçok insanın kalbini kırdım. Oturup konuşma imkanı olunca gönül almaya çünkü neyi neden yaptığımı (şahsiyetlere düşman olmadığımı, kalp kırmayı hedeflemediğimi) anlatmayı başarabiliyorum. İbrahim Tenekeci sivil bir örnektir mesela. İnsan olarak, Müslüman olarak her zaman yanındayım, her zaman arkasındayım ibrahim’in. Ama sanat anlamında hep karşı karsıyayız. Düşmanlık değil bu. Bazen farklılık, bazen zıtlık. Herkes aynı kaba sığmak zorunda değil ve çatışmada konuşmanın başka bir şeklidir. Ama insan olarak da açıkçası: yan yana gelemeyeceğim insanlar var. O işin başka bir tarafı. O insanlar bana haksızlık etmiş olarak mezara girecekler. Gerisi Allah’ın işi…

Dokuz köyden kovulmuşsan onuncuyu yak gitsin demiştik. Bunu başarmış biri olarak, onuncu köyün küllerinden bir şeyler çı- kar mı? Beklentin nedir?

Atlılar, onuncu köy idi herhalde. Onuncu köyün ekmeğinden aşından faydalanan bazı insanlar “atlılar”ı dağıtmama çok içerlenmişlerdi. Bunlar bir başka dergiler çıkardılar. Onlara karşı bir suçluluk yok içimde. Atlılar, hatası sevabı içinde yenilik getiren, güç getiren bir dergiydi; iyiydi yani. Atlılar’ın kırdığı kapıdan geçerek çıkan dergiler de fena değil. Ama aramızdaki farklar da belirgindi. Bazıları medyayla nasıl işbirliği yapacaklarının hesabı içindelerdi, bazıları iktidarla. Kalan sağlar bizimdir diye dü- şünüp Fayrap’ı çıkarttık. Fayrap, Atlılar’a göre daha sinirleri sağlam, daha tutarlı bütünlüklü, bu sayede de dışa daha açık bir yayın. Atlılar’ da biz bir ortak: lehçe yaratma endişesi taşıyorduk ama o lehçe sonradan oluş- tu. Lehçe ortaklılığının yetmediğini bazı arkadaşlara şahsen anlatamadım. Muhalif olmak gerekiyordu mesela. Fayrap, cümle muhaliflerin mahfili olabilir mesela. Kendine güveni tam çünkü. Kendi içinde bir tarihi, bir mirası var. Atlılar’ı ben icat etmiştim. Tamamen manevra hareketiydi. Fayrap için mevzi diyebiliriz. Tuzumuz kuru değil, hala iktidar şemsiyesinin altında olmamak ortak noktamız. Fakat sıfırdan başlamamız gerekmiyor. Gençler sıfırdan başlayacaklar. Onlar için Fayrap, bir fırlatma rampası gö- revi görecek

Okuma serüvenini biliyonuz. Üç aşağı beş yukarı aynı serü- venden geçtik. Her sorana anında bir kitap listesi verebilirdik. Sizin gençlere böyle bir listeniz var mı? Okurumuz ne durumda. ‘Piyasayı taraftarlarıyla sorgulamanız mümkün mü?

Bizim parça parça okuma listelerimiz var. Gençlerin yönelimlerine göre bu listeleri kendileriyle paylaştığımız oluyor. Sonuçta her birimiz sınırlı insanlarız. Fakat Fayrap Dergisi kollektif bir faaliyet olduğu için okuma işi de ortak gidiyor. Bizim hem yazarlarımızdan hem okuyucularımızdan beklediğimiz, edebiyat ve siyaseti birlikte okumaları. Turgut Uyar okuyan biri Kemal Tahir de okumalı. Ya da ismet Özel’in şiirlerini okuyup İdris Küçükö- mer’ in yazılarını okumamak okuma sayılmaz bize göre en azından.

“Rejim siyasi şiiri susturdu” diyorsun. Sadece şiirimi? Niçin siyasi şiir veya nedir Neo-Epik şiir?

Siyasi şiir ki günümüzde aldığı biçim Neo-Epiktir, iyilik-kötülük ayrımı üzerine kurulu bir şiir. İyiliği kötülükten ayırmayan şiir çoğunlukta bugün. Fark etmiyor şiir için de şair için de iyilik veya kötülük hüner yeterli sayılıyor. Giderek cinslik, çarpıklık, sapık hüner oluyor bu durumda. Tamda Şuara suresinde tarif edilen şiir ve şaire geldik. Biz yine Şuara suresinin tarif ettiği istisnanın peşindeyiz. Bu da siyasi şairdir, zulme karşı isyan, intikamın şiiri.

Hiçbir siyasi görüş olması gerektiği yerde değil. Sağ sol, İslamcı katılır mısın? Ya da zaman, Deli Dumrullarını mi yitirdi?

Soğuk savaşın etkisiyle oluşan siyasi kamplar çöktü. Şimdi de bir ayrım var, fakat net değil. Mesele bu karmaşayı çözmek. Yoksa Amerika ya da Rusya öyle yönlendirdiği için cengâverlik yapanlar bize örnek olamaz. Onların bir kısmı çıkar peşindeydi, diğerleri onların hırsının kurbanı oldu. Bugün bireysellik yükseliyor. Bunu da yine diş güçler böyle istiyor. Bireysel olmamak bugünün hakiki cengâverliğidir. Kolektif davranış, sağda mı solda mı yer aldığınızdan daha önemli bence. Akif ne demiş: Sen hele bir yürü de, ne koşanlar göreceksin sürüde!

Deli Dumrul dan söz açmışken, İsmet Özel, suyun hangi yakasına düşer? Yani İsmet Beyi dinlerken aklıma düştü Rasim Özdenö- ren ağabeyin deyişi, “Yumurtayı hangi ucundan kırmalı?”

İsmet Özel gibi adamlara kirkit derler Terekemce’ de. Kirkit, halı dokurken yeni atılan ilmekleri sıklaştırmak için kullanılan tarak şeklinde, küçük aralıklı ve tok bir yapısı olan tahtadan bir araç. İlmekler dağınık da- ğınık dururken kirkiti vurursun dümdüz olurlar, hizaya girerler. İsmet Özel fiziksel duruşu itibariyle bile dimdik bir adam. Elinizi sıktığında el sıkma ne, anlarsınız. Fikirleri, hele fikirlerini ifade edişi de dostunu da düşmanını da hizaya sokuyor; kirkit gibi.

Dil konusuna gelmek istiyorum. Tarihin bir noktasında dilimiz kesildi. Yüzyıllarca çağlayan ırmak sustu. Ve simdi neyin nasıl ifade edileceğine dair sayıklamalarla geçiriyoruz hayatı diyenler var? Bundan sonrası nedir sence?

Ben dilin kuruduğu kanısında değilim. Tam aksine kastedilen bu olmasa da dil devrimi hem Şiirin hem de düzyazının tarihsel mirasını gözden geçirmesini, çürük bozuk işlevsiz taraflarınınsa terk edip güçlü taraflarıyla yoluna devam etmesini sağladı. Taaccüp ettim efendim! Filan gibi konuşarak bir yere varacağımız yoktu zaten. Şaşırdım yahu! Demek o çıtkırıldım, özenti dilci, atmosferi havaya uçurdu. Türkçe böyle daha iyi.

Bir söyleşide “Şairlik saygın bir işti, ama şairlerin çoğu ağlaktı. Bundan kesinlikle hoşlanmıyordum. Erkekçe gelmiyordu.” Diyorsun. Bununla ne demek istiyorsun? Hangi şairler nasıl ve neden ağ- lak?

Cahit Sıtkı, Ziya Osman, Orhan Veli okuturlardı okulda. Serbest bir ödev verdiler, ben hemen Necip Fazıl’ın Kaldırımlar şirini seçtim, el yordamıyla. Böyle bangır bangır konuşan, ne söylüyorsa açıkça söyleyen şiire eğilimim vardı. Belki türküler ve destanlarla büyüdüğüm için, bilemem.

Son bir soru: Yolcu dergisi derler, dağda bir ışık, hüzmesi size değdi mi hiç?

Dağda mi? Bana sorarsanız kentli bir havası var Yolcu’nun. Hatta bir eleştiri olarak fazla kentli olduğunu söyleyebilirim. Eleştiri yerine denemeyi, savaştan çok sevgiyi tercih etmeniz bunun bir göstergesi. Biz başka bir alandayız açıkçası. Ama her zaman göz ucuyla dahi olsa Yolcu’nun yeni sayılarını görürüm, okurum.

*ESERLERİ:
Şiir kitapları: 1. Reis’in Kara Merhemi (1997, 2016), 2. Şehidet’in Erken Günlerini Anarak (1998, 2016), 3. Namus ve Başka Şiirler (2001, 2016), 4. Çok Üzgünüm (2007, 2010, 2013), 5. Vatan Somuttur (2014). 2006-2011 yılları arasında Türk Şiiri başlıklı şiir yıllığını 5 cilt çıkardı.
Eleştiri-Deneme: 1. Dünyaya Saldıran Şair (1998, 2015), 2. Türkiye’de Kültürel İktidar Solda Mı? (2011), 3. Neo-Epik Şiir (2012), 4. Türk Edebiyatının Üç Sütunu (2013, 2019), 5. Bir Kucak Sadece (2016), 6. Eskimeyen Kitaplar (2017).Vatan Somuttur-Üstad Dedi ki -Çok Üzgünüm & Toplu Şiirler 1995-2014

Önceki İçerikHÜSEYİN SU
Sonraki İçerikYUSUF KAPLAN