O bir seyyah. Sonra gazeteci. Yaptığı işler mayınlı alanlarda mesleğini icra etmek. Meslek dedimse İletişim’i bitirdiğinden. Yoksa o yaptığı işi davasının gereği olarak görüyor. Bu yüzden ciğerden okuyorsunuz, yürekten hissediyorsunuz yazdıklarını. Sınır tanımaksızın zulmün olduğu coğrafyalara gidip masum insanların dili olmuş cesur bir gazetecidir. Tehlikesiz bir tek işi olmadı. İslam coğrafyasının en problemli, en mazlum en yoksul bölgelerinin haberlerini öyle önümüze getirdi ki, şapkayı da çıkarıp önümüze koymak zorunda kaldık. Ulaşılması zor liderlerle görüştü. Başta Irak, Afganistan, Patani, Keşmir, Suriye, Güney Lübnan, Gazze, Darfur ve Moro olmak üzere dünyanın birçok savaş ve kriz bölgesinde gazetecilik yaptı. 2007-2011 yılları arasında Suriye’nin başkenti Şam’da dört sene kalarak Gerçek Hayat Dergisi’nin Ortadoğu Temsilciliği’ni yürüttü. Sancaktar Dergisi’ni çıkaran kadroda yer aldı. Diriliş Postası’nda günlük yazılar yazdı. Dünyanın dört bir tarafına yaptığı uzun yolculuklar belgesellere dönüştü. Bu belgeseller baş- ta TRT olmak üzere birçok televizyon kanalında gösterildi. 2012 yılının 9 Mart günü belgesel çekmek için gittiği Suriye’de, kameraman arkadaşı Hamit Coşkun’la birlikte Esed rejimine bağlı silahlı milisler tarafından kaçırıldı 2 ay hücrede kaldığında yüreğimiz ağzımıza geldi. 78 Çarşamba doğumlu. Şimdilik 11 eser* de imzası var.

Yola çıktınız ve İslam dünyasının hemen hemen bütün ülkelerini temaşa ettiniz. Dedelerimizin dedesi Ziya Paşa: ”Dolaştım mülki İslami bütün viraneler gördüm” demişti ya, siz ne gördünüz? Genel olarak ifade edersek?

Bir tespih düşünün, imamesi kopmuş ve taneleri dört bir yana dağılmış. İslam dünyası işte tam da bu halde… Hilafetin tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte siyasi ve askeri önderlikten mahrum kalmışız, kendi aramızda bir birlik oluşturamamışız. Bizi uluslara bölmüşler, uluslara böldükleri toplumların tarihlerini de sahte kahramanlarla doldurmuşlar. İslam ümmetinin arasına sınırlar, kalın duvarlar çekmişler. O sınırların ardında koskocaman bir ümmet, kardeşlerimiz var. Ümmet-i Muhammed’e doğru her yola çıkışımda bu sınırlara isyan ettim ve keşke bu sınırları darmadağın edip Büyük İslam Ülkesini kurabilsek diye hayaller kurdum. Bunun hayali bile ne güzel, ne heyecan verici… Ben hayallerinin peşinden giden bir insanım ve sonuna kadar da hayallerimin, düşlerimin peşinden koşturacağım inşallah.

Sıcak alanlarda gazetecilik yaptınız. İntifadalara şahit oldu- ğunuz o anlardan, Türkiye’ye baktığınızda neler görünüyor, insanı- mızın duyarlılığı anlamında.

Savaş alanlarında çocuk cesetleriyle karşılaştığınızda, ağlayan kadınları gördüğünüzde insanların bu acılar karşısında daha fazla duyarlı olmasını istiyorsunuz. “Müminler bir vücudun azalarıdır” diyen bir peygambere, bir öndere inanan insanlardan daha fazla şey bekliyorsunuz. Aslında zalimlere karşı koymak, mazlumların elinden tutmak bu toprakların ruhunda var. Bu ruhu canlandırmalı, harekete geçirmeliyiz.

Arap devrimleri konusunda biraz Fransız kalındı gibi. Bu ayaklanma ve özgürlük savaşçılarının mücadelelerine, 70’li 80’li yılların gözüyle bakıldı sanki. Hakikaten yeterince tanıyor muyuz, Arap toplumlarını ve dinamiklerini…

Laikler İran’ı ne kadar tanıyorsa, biz de Arapları o kadar tanıyor, Arap dünyasında yaşananları o kadar anlıyoruz. STV’de, Kanal 7’de de sabah akşam Mahir Kaynak’ı dinlerseniz sonunda komplocu olup çıkarsınız. Sokaklarda “Özgürlük ve Allahuekber” nidalarıyla can veren Arap gençlerinin gösterdikleri fedakârlıkların yarısını Batı’da veya Latin Amerika’da birileri gösterseydi şimdi bir sürü kahramanımız olmuştu. Saçma sapan komplo teorilerini geçelim de ayağa kalkıp kahraman Arap gençlerini bütün gücü- müzle alkışlayalım. “Bu asrın kahramanları kimlerdir?” diye sorsanız, inanın hiç düşünmeden “Kurşunlar altında özgürlük için mücadele eden Hamalı,

Der’alı, Kahireli devrimci gençler” derim.

İnsanımız büyük oranda Batı Enformasyonu gözüyle değerlendiriyor olayları. İşin kötü tarafı bunun farkında olmamak galiba, ne dersiniz? Bu anlamda Arap basını nerde duruyor. Artı ve eksileriyle?

El Cezireyi bir tarafa koyarsak Arap basınında da tıpkı Türk basınında olduğu gibi masa başı habercilik almış başını gidiyor. Oysa bizim şu an olayların içinde olan, habere dokunan, yaşananları gözlemleyen muhabirlere ihtiyacımız var.

Türkiye; Mısır ve Tunus’ta gösterdiği açık tavrı Suriye konusunda niye göstermedi sizce? Aşağıya tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. Rüzgâr birde karşıdan esiyorsa, bıyık ve sakalı kazımak mı gerekir ne dersiniz? Fazlaca komplo teorilerine sarılarak hedef bulandırma var gibi…

Türkiye’nin bir misyonu olduğuna inanıyorum. Bu misyonu Türkiye’ye yükleyen ise tarihtir. Türkiye ne yaparsa yapsın bu misyondan, bu tarihi görevinden kaçamayacaktır. Türkiye tüm mazlumların vicdanı, sığınağı olmak zorundadır. Suriye’de olaylar başladığından beri yüze yakın çocuk öldürüldü. Öldürülen çocukların yarısından fazlası ise istihbarat binalarında işkenceyle katledildi. Türkiye hala daha Esad’ı devre dışı bırakmak istemiyor. Fakat Suriye halkı ise artık bu adamdan nefret ediyor. Çünkü Esad’ı gördüklerinde Der’a’da, Humus’da katledilen çocukları hatırlıyorlar. Suriye’de bütün bunlar olurken, Türkiye’de komplo teorisi kurma hastalığı almış başı- nı gidiyor. Kimse Arap gençlerine özgürlük için isyan etmeyi yakıştıramıyor. Neymiş efendim bu isyanların arkasında ABD varmış, milyonlarca Müslü- man Arabı Batı ayağa kaldırmış. Bu tavırda bir aşağılık psikolojisi, Doğu’yu, Arapları küçük görme duygusu seziyorum.

İktidar nimeti, dava aşkımızı ideallerimizi duyarlılıklarımızı insani yönlerimizi, hakkı söyleme duruşumuzu gerçekten bozuyor mu, yoksa iktidar olmak böyle bir şey mi?

İnsanlara, cemaatlerin ağabeylerine Suriye’de, başka yerlerde yaşanan zulümleri anlatıp, bir şeyler yapalım diyorum. Onlar da gözlerimin içine bakarak, “Ademciğim, kendini bu kadar üzme, Ahmet Davutoğlu her şeyi halleder. Nasıl olsa iktidar biziz” diyorlar. Şu an geçmişe göre baskı yok. Fakat dava aşkı ve idealizm de yok. Rüyası olan, derdi olan Müslüman sayısı da bir hayli azaldı. İktidar eğer böyle bir şeyse, kardeşlerimizi bu kadar çabuk dönüştürebiliyorsa ben şahsım adına böyle bir iktidarı istemiyorum. Soğan ekmek yiyelim; fakat aşkımızı, hayallerimizi, derdimizi kaybetmeyelim.

Taliban liderleriyle de görüştünüz. Talibanlar kim? Nasıl yer ve içerler? Dünyaya O kadar kötü lanse edildiler ki; insansız uçaklarla, kadınların, bebelerin öldürülmesine ses çıkarılmayacak kadar. Amerika neler yapıyor bu insanlara ve Taliban kim?

Taliban’ın ileri gelenleriyle röportajlar yapmak için Taliban kampları- na girdiğimde itiraf etmeliyim ki ben de başlarda biraz tedirgin olmuştum. Çünkü herkes gibi ben de bu adamlar hakkında medyadan birçok şey duydum. Zamanla bu tedirginliğimin yersiz olduğunu fark ettim. Onlarla tam 40 gün geçirdim ve dünyanın Taliban konusunda medya vasıtasıyla nasıl da kandırıldığına bizzat şahit oldum. Saflıklarını yitirmemeleri, İslam’a karşı olan pazarlıksız teslimiyetleri bana çok şiirsel geldi. Kendi hayat algımıza göre Taliban’ı yargılamaya kalkarsak Batılıların Doğu’ya bakarken yaptıkları hatanın aynısına biz de düşmüş oluruz.

Aydınlanmanın getirmiş olduğu nimetlerden(!) payına düşen 2500 uyduyla izlenen, haberlerin ağına düşmüş insanlarız. Bilgi/ haber kaynaklarımız konusunda neler söylersiniz?

Bu cümleyi avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum: “Kardeşlerim, uyanık olun, medya dünyayı, sizi kandırıyor” Mütahitlerin cennete zor gireceklerini söylerler, bence gazeteciler de cennete girerken en az mütahitler kadar zorlanacaklar. Öyle yalan haberler yapılıyor, insanlar öyle kandırılıyor ki bazen kendi kendime, “bu kadarı şeytanın bile aklına gelmez” diyorum. İslam dünyası, Müslümanlar kendi haber kaynaklarını, ajanslarını, medyalarını oluşturmalılar. Fakat Kanal 7 veya TGRT gibi olmadan. Duruşu sağ- lam, estetik zevki gelişmiş, amatör ruhunu kaybetmemiş; fakat profesyonel iş yapan, aşk ve dava sahibi adamlara ihtiyacımız var.

Hemen hemen bütün İslami hareketlerin liderleriyle görüştü- nüz. Bir özeleştiri yapmak gerekirse gördüğünüz eksiklikler ve şöyle sorayım; bardağın boş tarafında neler var?

İslam dünyasındaki hareketlerin, liderlerin uzun vadeli plan, proje ve programları yok. İslam dünyasında, İslami gruplarda işler daha çok geçmiş- te alışılan bir takım kalıplar, alışkanlıklar üzerinden yürüyor. Bu da belli bir zaman sonra bu hareketlerin dinamizmlerini kaybetmelerine neden oluyor. Biz binlerce mücahit, direnişçi yetiştiriyoruz; fakat yüz binleri, kitleleri yönlendirecek ufuk sahibi liderler yetiştiremiyoruz. Bence bu meselenin üzerine eğilmeliyiz.

Görüştüğünüz liderler arasında entelektüel birikimi anlamında sizi en fazla etkileyen kimdir? Niçin?

İslami Cihad Hareketi’nin lideri Dr. Ramazan Şallah son derece entelektüel bir insan. Günde 10 saate yakın okuduğunu söylüyorlar. Hasan Turabi tam bir cins kafadır. Çakal Carlos’un da aslında önemli bir entelektüel olduğunu düşünüyorum. Halid Meşal ise meydana gelen aktüel olayları ayetler üzerinden öyle bir anlamdırırki Meşal’i dinlerken büyük bir müfessiri dinlediğiniz hissine kapılırsınız. Bu yönüyle Meşal, Hasan el Benna’ya benzer. Ayrıca rahmetli Molla Dadullah Ahund (1966-2007) da gerek kişiliği, gerek yaşantısıyla beni bir hayli etkilemişti.

Balyoz darbe planında darbeci komik paşaların ajandasındaymışsın. Şimdiki Türkiye’den o dönemlere baktığında gördüğün nedir?

Derin devletin bu şekilde deşifre olması, büyük katliamlar yapmaya hazırlanan paşaların enselenmesi iyi oldu. Darbe yapsalarmış beni de tutuklayacaklarmış. Gölcük donanmasındaki raporlarda tutuklanacaklar arasında ismimin olduğu haberi yayınlanır yayınlanmaz Hakan Albayrak ağabey,“Âdemciğim sana gıpta ettim, senin adına sevindim” şeklinde bir mesaj atmıştı. Bu olayı hatırlayınca Hakan ağabeyin bu mesajı da aklıma geliyor.

Şu an o dönemlere nazaran İslami kesim daha rahat. Fakat rahatlık bazen baskının, zorlamanın yapamadığı şeyleri yapabiliyor. Çünkü zor zamanlarda çözülmeyen, mevzilerini terk etmeyen birçok adamın rahat zamanlarda davalarına, dostlarına nasıl yüz çevirdiklerine şahit olmaktan artık bıktım.

Ümmete adanmış bir seyyah olarak dünya Müslümanlarının gözünden nasıl görünüyor Türkiye?

Ümmet-i Muhammed Türkiye’yi kalbi, gözbebeği olarak görüyor. Bir Mısırlı bir İranlıyı, bir İranlı da Mısırlıyı sevmez. Fakat Mısırlı da, İranlı da Türkiye’yi, Türkleri sever.

Ortadoğu, dengelerin, ince hesapların ve kaosun hüküm sürdüğü bir coğrafya. Irak’ta Şiiler sünnileri, Sünniler Şiileri yiyip bitiriyor. Lübnan’da Hizbullah ümmetin yüzakı bir direniş hareketi olarak parlıyor lakin Suriye Baasıyla koyun koyuna. Sahi yakın plan coğrafyamızda tam olarak neler oluyor?

Herkes dengeler adına, eksenler adına, kendi grupsal menfaatleri adı- na hareket ederse böyle olur işte. Ümmetin yüz akı olarak bilinen Hizbullah bile Suriye konusunda çuvalladı. Adalete, hakka göre değil de, kişisel çıkarlarına göre davrandı. Katil Baas rejimine açıkça destek veren Nasrullah’a da, Hizbullah’a da yazık oldu. Evlerinin duvarlarını Nasrullah’ın fotoğraflarıyla süsleyen bir çok Arap genci Hizbullah’ın açıktan Baas rejimine destek vermesinin ardından bu fotoğrafları buruşturup çöpe attı. Biz de bir kez daha kişileri, grupları değil; ilkeleri öncelememiz gerektiğini öğrendik.

Cennete otostop çektik. Bunca günahımıza rağmen merhamet sahibi Allah’ımız bizi de cennet kervanına nail eyledi. Orada Ebu Zer’le karşılaşsak O mübareğe neler sorardın. O’ndan neler duymak isterdin?

Ebu Zer’den son nefese kadar devrimci kalabilmenin, onurlu bir hayat yaşamanın, yıkılmamanın şifrelerini öğrenmeye çalışırdım. Ondan bir gün mazlum insanların acılarının sona ereceğine, Ümmet-i Muhammed’in tek vücud olacağına dair müjdeler duymak isterdim. Sonra da o mübareğe,

“Ey Ebu Zer, ey mazlumların yoldaşı, ne olur beni efendimize götür, bir kez olsun onu da göreyim” derdim.

Nedir senin bu ümmete olan merakın? Sen de son dönem tatlı su trendine uyup iktidar nimetlerine abanan kalemşörler gibi muhafazakâr medyada köşe kapma sevdasına vurulsan daha iyi olmaz mı?

Ümmeti aşkla, şevkle seviyorum. Ümmete doğru her sefere çıkışımda da daha bir diriliyorum. İmanımızı, kalbimizi yenilemek için fırsat buldukça düşmeliyiz yollara ve Nepalli, Afrikalı, Patanili, Bolivyalı, Filistinli kardeşlerimizin hal ve hatırlarını sormalı, onlara sımsıkı sarılmalıyız. Ayrıca ne ünlü bir gazeteci olmayı, ne de bu işlerden çok para kazanmayı istiyorum. Bahaddin Yıldız gibi bir ADAM olalım, Allah’a anlatacak güzel ve anlamlı bir hikâyemiz olsun yeter bize.

Gazze’den Lübnan’a, Darfur’dan Patani’ye bir çok savaş bölgesinde bulundun. Oradaki kardeşlerimizin gözlerinde okuduğun şey ne?

Gözlerde sitem var, acı var. Biz bu haldeyken kardeşlerimiz niye yardımımıza koşmuyorlar, bizi niçin zalimlerin ellerinden kurtarmıyorlar çığlı- ğı var.

Müslümanlar mevcut çok uluslu liberal kapitalist düzenin tam olarak diş geçiremediği ve elde edemediği münbit değerleriyle hala yeni bir dünya için umut vaat etmeye devam ediyorlar. Bizi devre dışı bırakacak, umut olmaktan çıkaracak en önemli tehlikeler neler olabilir sence?

İddialarımızdan, bizi diğerlerinden ayıran sabitelerimizden vazgeç- me durumu. Dünyevileşme, kapitalist yaşam tarzını benimseme tehlikesi. Hayatımızda reddedeceğimiz, karşı koyacağımız şeyler, olmalı. İnsanlığı, kalbi, vicdanı, samimiyet ve ihlası her ne şartta olursa olsun yaşatmaya çalışmalıyız.

Tek tek olduğumuzda bir anlamımız yok, bu görüldü. Bir ümmet olduğumuzda güzeliz. Ümmet bilince vardığımızda daha güzel olacağız. Dünya’yı dolaştın. Bunun için gerekli yol azıkları bulabildin mi?

Ben yeni bir neslin, İttihad-ı İslam gençliğinin yetiştiğine şahit oluyorum. Her gün onlardan biriyle tanışıyorum. Bu gençlerin aklı fikri Şam’da, İsfahan’da, Bosna’da, Makedonya’da, Gazze’de, Afrika’da… Aşık oldukları kızlardan daha fazla ümmeti seven bu Anadolu çocuklarına dair büyük umutlarım var. Bir gün mutlaka bu sınırları yıkıp ümmetle birleşeceğiz. Yeterki çaba gösterelim, dua edip melekleri kendimize yoldaş kılmayı başaralım.

Bir Samsun delikanlısı olarak Yolcu’nun Türkiye’de oluşturmaya çalıştığı soluğu nasıl buluyorsun?

Yolcu kitapçıdan satın aldığımda şöyle muhabbetle kucaklamak istediğim, bir an önce eve gidip baştan sona okumak istediğim dergilerin başında geliyor. Kapitalizmin bütün saldırılarına rağmen devrimci damarınızı korumanız, aşka, kavgaya çağırmanız bana heyecan veriyor. Ayrıca bu dergiyi çıkaran adamlar estetikten, zevkten anlıyorlar. Sahi dergide kullandığınız bu güzel resimleri nereden buluyorsunuz böyle?

*ESERLERİ:
Cennete Otostop 1.2.3(2011, 2017), Söz Direnişçilerde (Söyleşiler, 2011), Ümmet Coğrafyası (Gezi, 2017), Seyyah (Gezi, 2014), Rotamız Alem-i İslam (Gezi, 2017), Kaçak Yolcu (Gezi, 2017).Sefer (2020)-Esir /Gerçek bir esaret hikayesi (2019)

Önceki İçerikAHMET ÖZCAN
Sonraki İçerikARİF AY