Yalın onurlu, ödünsüz ve devrimci diye tanımladığı Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisinden tanıdım onu. Sanırım ilk şiir kitabı “Hıra” 1978 yılından beri kütüphanemde. Anne şiirini ezberlemiştim, “taşları tencerede kaynatan anne/çocuklara umudu sabrı öğreten anne/ seni bir Ömer bulur/beni bir zulüm boğar öldürür”, arkasından “Dosyalar” sonra “Şiirin kandilleri” velhasıl ondan fazla şiir kitapları öyküler, denemeler… Bence o, kuşağının en esaslı duruşunu gösteren direniş şairidir. Moderniteye, baskıya, zulme, savaşa, kısacası insanı özünden ayıran her şeye karşı dirençli bir başkaldırı içerisindedir bütün yazı ve şiirlerinde. O insan olmanın gereği olarak görür; onurlu, şerefli, haysiyetli olmayı. 1953, Niğde doğumlu, Başkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. Son olarak çıkartmış olduğu “Edep” dergisini kendi içimize dönüyoruz şeklinde bir tarif ile 61. sayısında kapatmıştır.

Yolun ortasında durup gelip geçenlerin yüzüne karşı, değiş- mez olanı haykıran, muhatabın yakasından tutup sarsan bir şairsiniz. Sanat ve edebiyat ürünlerinde kendi kalıpları içinde kalınarak ideolojik bir duruşu esas alıyorsunuz. Bu, davası olmayan adamdan bir şey olmaz mı demek?

Herkes kendinden sorumludur. Ben sorumluluğumun gereğini yerine getiriyorum. İnsan eşref-i mahlûkattır. Bunun gereği olarak şerefli, onurlu, haysiyetli bir yaşam sürmek durumundadır. Bunu engelleyecek her şeye karşı direnmek insanlığımızın bir gereğidir. Buna duruş diyoruz. “İdeolojik” sözcüğünü bu duruşu daha belirgin kılmak için kullanıyoruz. Yoksa ideoloji tek başına belirleyici bir şey değil. Öyle ideolojiler var ki insana zulmün bir aracı.

Küresel bir etkileştirmeyle, üç maymunu oynayan toplumlar oluşturuldu. Yanılmıyorsam 5-6 yıl ara verdiniz yazılarınıza. Dünyada zulüm devam ettiğine göre bu çekiliş niye?

Burada bir yanılma var. Yazmadan hiç çekilmedim. Ara da vermedim. Muhalif duruşumu elimden geldiğince sürdürmeye çalıştım. Edebiyat yayı- nına ara verdikten sonra yazılarımı ve şiirlerimi Yedi İklim, Kayıtlar, Kaşgar, Edebiyat Ortamı, ( kısa bir süre de olsa) Hece gibi edebiyat dergilerinde yayımladım.

Evet, dünyada zulüm devam ediyor. Ama başkaldırı da o oranda artı- yor. İçinde bulunduğumuz şu günler bunun örnekleriyle dolu.

İnsanın şiire yüklediği anlam dış dünyada varsa, şiire yüz verilmesi için bir neden var mı? Şiirinizin kime ulaşmasını istiyorsunuz veya sizin şiirinizi niçin okumalıyız?

Dış dünyanın anlamı şiirde doğrudan yer almaz. Şair onu dönüştürür ve insanın idrakine sunar. Şiir okura ulaşmaz. Okur şiire ulaşmaz. Şiirimin kapısı herkese açık.

Sözcüklerin özünde sahip oldukları anlamın kaybolduğu bir zamanda kime hitap ediyorsunuz? Sesiniz ne oranda yankı buluyor? Oysa Modern zamanın insanı hayatın sıradanlıkları arasında körleştiğinden, ölebileceğini bile aklına getirmemektedir…

Şairin işi, anlamı boşaltılmış sözcüklere yeni anlamlar yüklemektir zaten. Şiir dilini gündelik dilden farklı kılan da bu olsa gerek. Şair, çağına seslenmenin yanı sıra çağlar ötesine de seslenir. Duyan duyar, duymayan ölür gider. Şairin sesi modern zamanla sınırlı değildir. Bu zamanın insanının ilgisizliğinden yola çıkarak şairin sesinin yankısına bir değer biçmek yanıltıcı olabilir. Şiir bir yer altı suyu gibi kimi zamanlar toprağın derinliklerinde akar.

Hayatınızın merkezine koyduğunuz duyarlılıklarınız nelerdir? “Sanat eserleri insanın neresinden koparsa oraya ulaşır” deniyor, katılır mısınız?

Sanat eseri bir yerden kopup bir yere giren bir şey değildir. Bütün insanî duyarlılıklar hayatımın merkezidir. Sanatçı eserini ortaya koyar, ondan feyz almak isteyen insan feyz alır, görmek istemeyen de görmez.

Edebiyat dergisindeki duruşu arıyorsunuz. Bu yüzden bütün dergileri bir kenara bırakarak Edep’i çıkardınız. Ne idi Edebiyat Dergisi’nin duruşu?

Edebiyat Dergisi kendi medeniyetimizin değerlerimizden beslenen, yerli düşünceyi savunan, karşıanamalcı, karşı sömürücü, bir duruşu ortaya koymuştur. Kara siyasaya, kirli mülkiyete karşı muhalif bir duruş sergilemiştir.

Tarihe tanıklık adına soralım: “Edebiyat dergisindeki hava nasıldı, okuyucuya nasıl ulaşırdı?”

Edebiyat dergisi, ödünsüz, titiz, dikkatli bir oluşumun, konumun, devinimin adıdır. Devrimci bir duruşu ortaya koymuştur. Büyük kitabevlerinde sergilenirdi. Kitabevi olmayan illerdeki okuyucular da dergiyi abonelik yöntemiyle edinirlerdi.

“Beni en çok rahatsız eden duruşsuzluktur.” diyorsunuz. Bu anlamda günümüze baktığımızda bir özeleştiri yapar mısınız?

Cevabı içinde olan bir soru. Geçelim bunu.

Kelimelere yüklediğiniz anlam ne kadar güçlü olursa olsun okuyucunun “o kelimeden anladığı kadardır şiir…” Şiirin görevi nedir? Şiire nasıl bir görev yüklüyorsunuz?

Hayır. Şiir şairin yazdığı kadardır. Şiirin anlam yükünü belirleyen şairdir. Şiirin tek bir görevi yoktur. Her şiir insanın bilincinde ve yüreğinde farklı bir işlev yerine getirir. Bunu bir görev gibi değil, kendi varlığının bir karşılığı olarak yerine getirir. Gül görevi kokmak olduğu için kokmaz ya da bülbül görevi ötmek olduğu için ötmez.

Birçok şair için örtük veya açık şiirleri var, ifadeleri kullanılır; burada okurun algısı önemli değil mi? Şiiri ne kadar anlıyor insanı- mız? İnsan şiire niçin başvurur veya başvurma gereği duyar?

Örtük ya da açık şiir tanımlamalarını doğru bulmuyorum. Bunun gibi şiiri anlamak sözü de şiiri ilgilendiren bir unsur değil. İnsanın şiire ni- çin başvurduğunu bilemem, her insanın mutlaka bir gerekçesi vardır. Bunu bilemem.

Size uygun bir yer olmadığı için dergi çıkardınız. Kapakta okuyucuyu rahatsız eden, sarsan, rahatını bozan Nuri Pakdil’in bir sözü var. Sizce dergi nedir? Çıkardığınız derginin ismi Edep, niçin edep?

Edep, günümüzde pek çok değer gibi insanların unuttuğu bir kavram. Bunu hatırlatmak istedik. Bir de edep edebiyatın kökeni zaten.

Bilincinizi tarihin ruhuyla oluşturuyorsunuz. Aynı zamanda derin kırılmalar yaşamış insanımızı sarsma adına tarihle hesaplaşıyorsunuz. Şiiriniz, bu anlamda çağın tıkalı damarlarını açmaya yönelik diyebilir miyiz?

Evet diyebilirsiniz.

Dizeleriniz savaş düzeni alır, emperyalist Batı karşısında. Tü- kürün diye bir komut var sanki. Bu anlamda Batı’ya karşı Ortado- ğu’daki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz günümüzde?

Böyle bir komut yok. Tükürmek benim üslubum değil. Ortadoğu’ya gelince, Ortadoğu ayakta. Diktatörlükler çöküyor. Sıra Batı’ya hesap sormaya gelecek. Yıllarca süren zulmün ve sömürünün hesabını…

Sizi sürekli teyakkuzda ve hüzünlü görüyoruz. Çağa yabancı ve garip gibisiniz. Tekil çoğuldan daha etkin midir? Ya da mutlulukta şiir doğmaz mı?

Şiirin mutlulukla, mutsuzlukla ilgisi yok. İfade ettiğiniz halim sorumluluğumun ve duyarlılığımın bir yansımasıdır.

“Günümüzde edebiyat toplumdan uzak ve toplumsal sorunların çözümü noktasında bir işlevi yok” eleştirileri var, bir de edebiyat fakültelerinde hocalık yaptınız/yapıyorsunuz, okullar mektep olmuyor sanki ne dersiniz?

Cehalet diz boyu. Toplumun her alanında olduğu gibi. Okullar da buna dahil.

*ESERLERİ:
Hıra (1978), Dosyalar(1980), Şiirin Kandilleri (1983), Gökyüzü saatleri (1986), İma Kitabı (1989),Flowering Sky Poems (1994), Bin Yılın Destanı (1992), Yirmi Yaş Şiirleri(1995), Dokuz Kandil (1997), Ateş ve Caz (2001), Güne Doğan Koşu/Toplu Şiirler (2006) adlı şiir, Saat Yirmidörtte Saksofon Dersi (1991) adlı öykü kitabı, Gece Yazıları (1993) adlı deneme, Anne Hikâyeleri (1991), Türk Edebiyatında Anne Şiirleri (2001), Türk Edebiyatında çocuk Şiirleri (2001) Şiirimin Şehirleri (2011), 2016’da Fuzuli’nin Yalnızlık Arkadaşı: Sezai Karakoç ve Direnişin Klas Hali: Nuri Pakdil kısa biyografilerini yayımladı. Gün Dökümleri (2017) adı altında toplandı. Edebiyat Yedi İklim, Ayane, İkindi Yazıları, Kırağı, Kaşgar, Ünlem, Hece, Kırklar, Edebiyat Ortamı Edep dergilerinde sürdürdü. Ayrıca Yeni Şafak, Sağduyu ve Milli Gazete’de köşe yazarlığı yaptı.

Önceki İçerikÂDEM ÖZKÖSE
Sonraki İçerikMEHMET AYCI