YALNIZ BİR IRMAK AĞLAMASI

5

Hayat
Süzülen
ışıkta
Kalplere
Akan
Bir
Nasihat
Ve
Sevgiyle
Sırlanmış
Bir kadehtir.
Doldurduklarınızın
İçerisinde
Aşk
Yoksa
Sarhoş
Olmayı
Beklemeyiniz.
Bir gülüşün ince telli balkonlarında, tütüne kesmiş parmaklarıma,
denizi vuran yeni doğmuş bir ses gibi
dokunduğunuzu,
nasıl unutursunuz…
Hatıraların örtülü kapılarını..,
şarkıya özlem duyan dudaklarımın kilidini..,
bir avuç kar tanesi sıcaklığınızla açtığınızı..,
nasıl hatırlamazsınız.
Siz ki,
yanağında uyku akan renklerimin, üstünü örtmüş,
nilüferleri göğsünden sökülmüş,
düşen bir dolunayı tutup,
göğsüme asmıştınız.
Birlikte,
sessiz bir bulutu koynumuza alıp, serin bir türkünün gölgesinde uyumuştuk.
Sevinsin diye yetim çocuğun bir rüyasına taşınmıştık.
Penceresini açık unuttuğumuz,
giden tüm hayallerimizin arkasında gülmüştük.

Yosun kokulu
taşra sokağımızda,
karanlığı
dinleyip,
bir şiirin
damarında beslendiğimizi..,
çektiğimiz
gözü yaşlı
mutluluk
fotoğraflarına bakıp,
şekersiz içtiğimiz
demli çaylarımızı..,
beyaz dantellerin arkasındaki
küpeli ihtirastan uzak
yıldızlarda öpüştüğümüzü.
nasıl unutursunuz.

Yayı  gerili bir unutulmuşluğun hedefinde, hep buluşmamış mıydık sizinle.
Hani, bir çocuk eli çizmiştik beyaz sayfalara.
Yanan bir çoban ateşinin yanında,
İnci den bir gölge olmuştuk, Meryem şehrine.
Hatırlarmısınız,
odasına çekilen gelin heyecanıyla bana gelir, sünnet düğününden döner gibi giderdiniz.
Her sokak siz kokardı.
Davetkar bakışlarınıza masum bir işveyi asarak,
geceye damlayan ten kokunuzla,
yürek  eşiğimizi aşındıran siz değilmiydiniz.
Sırların çehresinde kaybolan gururunuzu hiçe sayarak
tüm pişmanlıklarınızı,
yaban bir gülümseme diliyle anlatıp,
gözlerinizdeki çaresiz bulutlarla birlikte,
avucumuza koyan,
siz değilmiydiniz.
Ellerimdeki teselliyi saçlarınıza koyup,
“ Sensizlik nehirlerinden yıkanmak boğuyor beni “ diyerek, dizlerimde ağlamanızı ne çabuk unuttunuz.
“ Şu gönlümü sana meftunluktan kurtaramadım ” diyen de mi, siz değildiniz yoksa..
Hani,
yarınlarımızı anlattığımızda,
bir genç kızın anneliğe özenmedeki utancı yayılırdı,
yüzünüze.
Siz konuştukça,
bir şehir sabahına çıkan mor güneşler sarkardı,
sözlerinize.
S harfli dalgalarda, rüzgara karşı,
genç kız düşü yüzdürürdünüz.
Batan günü çeyizlik dantellere işleyen, gelin adayı yorgunluğunuzu,
hiç yanınızdan eksik etmezdiniz.
Hatırlarmısınız,
yaprak düşümlü sönen bir akşam vakti
gözlerinizi ellerimle kapatıp,
bir şiirimin kapısından içeri girdiğimizde,
gözlerinize inanamamıştınız.
Bütün duvarlarında size ait
suya değen ıslak resimleriniz
ve
aşk diliyle pembe sesleriniz asılıydı.
Siz bunları hatırlamıyorsanız artık,
kırılan mazimizin taş duvarlarında kalan
bilinmeyenlerimi, geri verin….
Bizi taşıyan terli taylar
nereye gider..,
hayat hakkı yok
mühürlü,
bir sevda yüklü  bu son vagon,
nereye varır..,
nişanı geri dönen bir gencin soluğundaki bu türkü,
nerede biter.
Bunların
ne önemi var..
Şimdi artık
ayı ikiye bölen bir emirle,
eriyen, Meryemsi bir mum ol aşkım.
Anlat, köprübaşlarında kalan masallarımı.
Yüzüne şiir yansıyan bir orman eşliğinde
büyüt,
koynumuzda beslediğimiz, bu yılan derili sürgünü..
Unutma..,
el salladığın aşklara, ikinci bir hak tanıma.
Yalan,
yok ikinci bahar..,
avunma.
Ve
gün gelir karşılaştığınızda,
ona
de ki;

Delikanlı şiir sevgiliyle yaşanandır.

Önceki İçerikYİTİK BİR SEVDA ANISINA DEĞEN EFKAR
Sonraki İçerikHEYBE 44